BÜYÜK GAZA (I. Bölüm)
Katagan hanı Koşoy'un karargahı. Bu meşhur karargah han yolu olarak biliniyordu. Han Koşoy'un kurdurduğu yüksek kaleli bu şehir, Kaşgar, semerkant, İstanbul, Mısır, Altı Şehir ve Kara Şehir arasında dolaşan tüccarların, yolcuların ve kervanların uğrak yeri idi.
İlkbaharda hayvanlar taze otlarla doyarken; Koşoy ilkyaz otlağında yatarken altı han hiç haber vermeden kardeş oğlunun büyüğü Er Töştük'ün ziyafetine gideceğiz diye geldiler.
On üç han Kökötöy'ün aşında Manas'a karşı kargaşalığı başlattıklarında Koşoy onları sözle caydırmıştı. Yedi han koşoy'un sözünü dinleyerek Manas'a dokunmamaya yemin etmişti. Han koşoy öteki altı hanın nasihatı almadığını farketse de büyüklüğünü gösterip onları çadıra altı, kısrak kesip, kımız şarabıyla ağırlayarak usulüyle karşıladı.
Dönüşünde altı han toplanıp, Kökötöy'ün aşında Manas hakkında ortaya koydukları şikayeti tekrar dile getirince Er Koşoy hiddetten kendini tutamadı.
"Ey, akıllı hanlarım, söz dinleyin yavrularım. Benim gibi ak sakallı ihtiyarı üzmeyin, fazla ağlatmayın. Kökötöy'ün aşında saçmalamıştınız. Söyledikleriniz orada kalır sanmıştım. Beni dinlemediniz. Öyle yiğit iseniz Manas'ı öldürün bakalım! Gücünüzü kuvvetinizi biliyorsanız sakin olun, Manas'a dokunmayın. Gök yeleli bozkurt bilirse, cezanızı verir" dedi ihtiyer Koşoy yerinden kalkıp.
Altı han kuşluk vaktiyle Er Töştük'ün ziyafetine gitmek için yola koyuldular. Yer altından çıkışı münasebetiyle büyük bir ziyafet veren, kendini Manas'tan eksik görmeyen Kıpçak han Er Töştük Kebez-Dağ'daki Sarı-kol vadisine sahiplenmişti.
Aynı atanın oğulları olan altı han, yani Kazaklardan Er Kökçö, Taz'ın oğlu Ürbü, Buudayık'ın oğlu Muzburçak, Andıcanlı Sancıbeğ, Eştek'in oğlu Camgırcı ziyafet veren Er Töştök'ün beyaz çadırına geldiler.
Bahadıra fenalık besleyen altı han, tulumdan bal, kımız ve şarap içip yedi gün yatarak nasıl bir kavga çıkarıp Manas'tan öç alacaklarını düşündüler. Hanlar geveze Ürbü'nün söylediğini uygun bulup ona inandılar.
"O meşhur Manas'ı güreşip yenecek kuvvetimiz yoktur. Bunun yerine safdil Manas Manas'a :
" Kırgız Kırgız olduktan beri Kakançin'den ne zamana dek kaçıp yaşayacağız? Büyük bir gaza yapma zamanı geldi. Bahadır isen koş korkak isen kork" diye hep beraber söyleyip kışkırtalım. Danışmanlarını dinlemeyen Manas, yağmaya başlarsa başını kurtaramaz, askerleri dağılır, ineğin tüyü kadar çok olan Çinliler ona yenilmez. Kalmuklar da işin içinde olur, o zaman büyüklük taslayan Manas'tan hesap soracağız" dedi Er Ürbü.
"Bu kez kalabalık askerle Manas'ın avuluna ansızın girelim, bir korkutalım, konuk ağırlatıp bıktıralım, yemeklerini doyasıya yiyelim, kalabalıkta saldırıp gözdağı verelim. Birlikte iş görelim. Rehberlik taslayan o meşhur efendiyle dövüşürse dövüşüp, durursa duralım, bizim kim olduğumuzu bilsin, kendimizi bir gösterelim. Böylece öcümüzü alalım" dedi Eştek'in oğlu Camgırcı.
Altın han ak boz kısrağı kurban kesip, bileğinden kan çıkarıp, ellerini kana bandırarak "kaçanın kanı dökülsün " diye hep birde bağırdılar.
"Vaadinden sapanı gök lanetlesin!"
Altı han sözde usta bir yiğidi seçip mektup yazdırdılar. Mühürlerini basıp mektubu eline vererek kulağına tenbih ettiler:
"Manas'ın karargahına gidin. Manas yalnızsa selam verin. Evini kamçı çalarak girin. Bağıra bağıra söyleyin. Bir şey söylerse tersleyin! Arkanızda biz varız, kormayın!"
Kuduran altı hanın altı eçisi atlarını koşturup yedi gün yol yürüyüp Manas'ın Talas'taki karargahına geldiler.
Han karargahı, kapısı altından yapılmış yüksek bir kale idi.
Altın tahtta oturan han Manas'ın sağ yanında otuz iki han, sol yanında kırk bahadır vardı. Bahadır Manas'ın karargahı Albars kılıçlı altı bin asker tarafından korunuyordu. Ayrıca kapı bekçileri vardı. İnsanın ulaşabileceği karargah değildi. Askerlerin heybetini, soğuk yüzünü gören adam aklını oynatırdı.
Altı hanın elçileri bahadır Manas'ı hep ordu başında, savaşta görmüşlerdi. Karargaha geldiklerinde Bahadırdan çekindiler. Manas başımıza neler getirir diye korktular.
Altı hanın elçileri ne yapacaklarını şaşırıp Er Manas'ın yanına girmeye cesaret edemeden şaşırıp kaldılar.
Kapıcı başı Cooronçu bunların elçi olduğunu öğrendikten sonra Han Manas'a eğilerek söyledi:
"Yüce efendimiz, altın karargaha uzaktan altı elçi geldi. Hana söyleyecek sözümüz, verecek mektubumuz var diyorlar. Nereden geldiklerini söylemediler. Bindiği atlarına bakılırsa Kaşgardan gelmişe benziyorlar."
Bahadır Manas bıyıklarını kımıldatarak güldü.
"Ee, Cooronçuğum, onları durumunu kervancılar çoktan ulaştırmıştı, kendilerini kuvvetli sanan altı han danışıp han karargahını basacakmış diye duydum. O hanlardan gelen elçiler düşmanlık için gelen keşifçilerdir. İtip kakmadan girmelerine izin verin. Bir daha elçiliğe gelmez olsunlar! Karargahta gördüklerini hayatları boyunca unutmaz olsunlar!" dedi Bahadır Manas.
Han karargahına davulu çalındı. Karargahtaki on iki bir asker ortada yol bırakıp iki saf olarak dizilip durdular.
Kapı açılıp ordu başı elçileri tertemiz bir uzun yoldan karargaha götürdü. Cesur gibi görünen elçiler aptallaştılar.
Altı eren altı elçiyi arkasına alıp hanın bulunduğu hareme getirip kapıdan içeri aldılar ve başlarına yere değdirip "Han huzuruna varırken eğilip selam veriniz" diye öğrettiler.
Kabaran altı elçinin nefesi kısıldı, dili tutuldu, ağızlarındaki sözler uçup gitti.
Sırayla oturan bahadırları görünce akıllarının kaçıran elçiler dizlerine kadar eğilip usluca selam verdiler.
Oturanlar sadece Bakay onları selamını kabul etti. Tatlı sözlü, akıllı, birkaç dil bilen zeki Acıbay konuştu:
"Ey yiğitler, çekinmeyin, sakin olun! Siz kimseniz? Nereden geldiniz?"
Elçiler konuşamadan ellerini ceplerine sokup, hanlarının verdiği kağıdı çıkarıp arslan Manas'ın huzuruna sundular.
Yemek pişecek bir süre geçinceye kadar kağıdı alan kimse olmadı. Elçiler eğilmiş halde kıpırdamadan bakıp durdular.
Bir süreden sonra altın kemer takan Bahadır Sırgak yerinde kalkıp mektubu alarak bahadır Manas'a iletti.
Kudretli Han Manas, mektubu okuduktan sonra bıyık altında güldü.
"Koşoy amca, benim dediğim gibi oldu. Tahminim doğru çıktı. Sonunda akrabalarımın sırrı bilindi. İşte onların tutumu, mektubu dokunaklı yazmışlar. Gökte aradığımı yerde buldum" dedi bahadır Manas sevinerek.
Manas davul çaldırdı.
"Aziz ihtiyar Koşoy, Bakay amca! Kökötöy'ün aşından bir yıl geçti. Halkıma ziyafet vermek istiyorum, buna ne dersiniz?
Er Koşoy ile danışman Bakay birbirlerine baktılar. Karın erkek mi doğurdu veya Kalmuklardan at mı alındı, ya da baban mı öldü ki ziyafet veresin. Bahadır Manas'ın bunu niçin yaptığı sır idi.
"Bütün halk gelsin. Yarlığım halka ulaşsın!" dedi Manas emrederek
Bahadır Manas katibe mektup yazdırıp acele ziyafete gelsinler diye aynı kökten gelen akrabalarına altmış yiğidini gönderdi.
Manas hazinesini açtırıp altın ve gümüşlerini sokaklara saçtırıp altı gün boyunca büyük bir ziyafet verdi.
Yedinci gün bahadır Manas altı hanın elçilerine merhamet gösterdi, her birine altın yakalı kaftan giydirip, at verdi.
Şimdi gelen elçiler eşyalarını katıra yükleyip on üç gün yol yürüyerek Kerme-Tağ vadisinde Er Töştük'ün ziyafetinin bitiminde vardılar. Elçiler sırayla oturan büyüklere, görüp geçirdikleri olayları Manas'ın kahramanlığını, beyaz karargahını, kırk çoranın durumunu eksiksiz olarak anlatıp Manas'ın mektubunu verdiler.
Bahadır Manas, mektubunda şöyle yazmıştı: "Ben Manas Han emrediyorum ki, bütün halk kırk gün içinde karargaha gelsin! Gazaya çıkmak isteyen hazırlığını yapsın, bu işe yaramayan yatıp kalsın".
Bu bir hiledir diye, kimse gitmeye karar veremedi. Gitmeyelim de diyemediler, ya da bir anlam veremediler. Zor durumda kalan hanların yüzleri sarardı. Kederlenerek kaygıya daldılar.
Sırayla oturan bahadırların içinde Eleman'ın oğlu Er Töştük ilk olarak söz aldı :
"Elinin körü altı han, diliniz mi tutuldu, siz Tanrı lanetlesin, rahat yatan Manas'a dokunup huzurunu kaçırdınız. Manas şimdi bizi rahat bırakmaz, ejderin kuyruğuna bastınız. Şimdi Manas'ı ürküttük. Artık iş işten geçmiştir, verdiğiniz sözü tutun. Dökülmeyen kan, ölmeyen can yoktur, ölümden kaçan insan olmaz. Gelin demiş. Şimdi bizim yapacağımız şey kalabalık halkla, on binlerce askerle kahrolası herifin üzerine yürümektir. Yenilsek de yensek de, tevekkülle iş görelim veya hep birlikte ölelim. Birbirimizden geri kalmayalım. Başka yapacağımız bir şey yoktur".
Altı Han kırk gün içinde kalabalık bir ordu kurup bahadır Manas'ın Han karargahına geldiler.
Bahadır Manas'ın Har karargahı Gökte yanı kaybolduğu yıldızalıra göründüğü gece yarısından sonraki bir vakit idi.
Han sarayının kulesindeki nöbetçi muhafızlar beyaz çadırdan bahadır Manas'ın cebesini giyip altın davulu alıp, arslan gibi ileri atılıp büyük kulat'ına binip tek başına çıktığını gördüler.
Okun ulaşabildiği bir mesafedeki Boz Tepe'ye çıkan şık giysili han, elindeki davula mışıl mışıl uyayan dünyayı sarsacak şekilde şiddetle vurdu.
Atın davuldan gümbür gümbür ses çıktı.
Kibirli beyler döşeklerinden fırladılar, beşikteki çocuklar ağladılar, bağlanan atlar oltaya takılan balık gibi sıçradılar. Altın karargah sarsıldı. Lanet olsun, yine kavga çıktı diye bütün millet karıştı.
Tepede sekerek koşan deve gibi kula atın yelesi ve kuyruğu rüzgarda sancak gibi yayılıyor. Bahadırın etek ve yenleri rüzgarda çırpınıyordu, heybeti gittikçe artıp ejder halini alıyordu, suratı kapalı hava gibi soğuk gözüküyordu, böyle iken hangi insan evinde rahat uyuyabilirdi ki. Bakay başta olmak üzere kırk çora cesur Manas'ın karşısına derhal toplandılar.
Başlarını kaldırıp "Bahadır ne iş var" diye sormaya cesaret edemeden beklediler. Han Manas ordusunu alıp Doğuya hareket etti. Kuşluk vakti olmadan karşısında kalabalık bir ordu göründü. Bu altı hanın ordusu idi. Bahadır Manas altı hanın atlanıp yola çıktığını çoktan öğrenmişti.
Karşılarında Bahadır Manas'ı görünce yiğitlik taslayan altı hanın kalpleri ağızlarına gelip atlarından yuvarlandılar:
"Bahadır, hayırlı sabahta çıkan güneşle seni karşıladık. Güneş gibi sıcak merhametine sığınarak dağlara kadar yükselen bayrağını tutup yürüyelim. Niyetimiz bir imiş!" dediler ellerini kavuşturarak.
"Kardeşler, geliniz! Biz sizi bekliyorduk. Koşoy amcamın da katımıyla toplantı yapıp Halkı birleştirelim, büyüğü dinleyelim, yurdun gamını bitirelim" demişsiniz. Buna kurban olayım. İki gün dinlenin! Ondan sonra danışalım."
"Bahadır Manas, senin sözünü destekliyoruz" dedi Camgırçı. Altı han başlarına eğik suskun suskun durdular.
Manas'ın kırk çorası altı hanın kalabalık askerlerini evlere paylaştırdılar. Hayvanların iyilerini kesip, karın yağından seçtiler. Askerleri yele altı yağıyla yapılan pilav ve şarapla ağırladılar.
Ertesi gün Bahadır Manas altın tahta oturup kırk çorasını, hanları ve bilgiç kılavuzlarını toplayıp kurultay yaptı.
"Hanlarım, şimdi avulda ağırlanıp yatacak zaman değil. Siz refah içinde yaşarken Kakançin bize defalarca saldırıp halkı yağmalayıp gitti. Yedi kuşaktan beri düşmandan korunup geldik, zulmünü çektik. Şimdi bizim ordumuz büyüdü, silahlarımız çoğaldı, kalbimde atalarımızın öcünü alıp Pekin'i bir yağmalasam diye bir arzu vardı. Buna ne dersiniz? Tayin ettiğim müddette altı han hazırlanıp gelmiştir. İzi kaybetmeden, askeri dağıtmadan Pekin'e gazaya çıkalım. Buna ne dersiniz?"
Bahadır Manas öfkeli dururken kimse gitmeyeceğim diyemedi, sonunda :
"Han Manas, senin bir dediğin iki olmaz. Bas dersen basalım, dur dersen duralım. Senin gibi bahadır varken düşmandan korkmayacağız. Sana Tanrı ömür versin!" dedi hanlar.
Altı Han Manas'ı avlamak için çok sayıda askerle gelip şimdi avullarına dönemeden orduya katılmak zorunda kalmalarına içleri yansa da, bahadırın gâzaya atlanacağız dediğini duyunca canlandılar.
"Bahadır Manas'a destek olup, Kakançin'i tamamen yerle bir edelim diye geldik." Eştek'in oğlu Camgırcı başta olmak üzere altı han Manas'tan korktuğunda ağız değiştirdi.
"Öyleyse mühürünüzü bu kâğıda basın." Bahadır Manas katibe yazı yazdırıp hanların mühürünü bastırdı.
Manas yine şöyle konuştu:
"Ey millet, on iki hanın askeri buradasınız. Pekin'e gâzâya çıkmak için mızrak kullanmada usta balta kullanmada çevik, geri dönmez yiğitleriniz var. İhtiyarım, hastayım, halsizim, atım zayıf diyenler burada kalsın. Ceza verilmeyecektir. Şimdiden ganimet diye, at ile elbiseye meraklanmayın! Gitmeyeceğim diyen varsa şimdi söylesin! Yolda şeytana uyup sözünden vazgeçerseniz başınız belaya girecektir! Kökünüzü kurutup başınızı keseceğim."
"Bahadır, yoldan saparsak Tanrı lanetlesin! Gök kubbesi başımıza yıkılsın! Kazığın başımıza saplansın!" dedi hanlar.
Bahadır Manas Pekin'e gidecek kalabalık orduyu Talas'a topladı. Karargahtan bir parça uzakta artçı koydu. Soydaş Türk oğullarına, ünlü hanlara altı yürük atlı habercilerle küçük birer mektup gönderdi.
Ordu seksen günde hazır oldu.
Artçı olarak görevlendirilen askerler at oynatıp düşman ile savaşmayı, mızrak, yay ve kılıç kullanmayı, baltayla vurmayı, hançerli elle yumruklaşmayı, butuyla tepmeyi, uçlara ulaşmayı, savaş silahını hazırlamayı öğrendiler. Almambet'in bilmediği yoktu, erenleri başlarına ne gelir, ne gelmez diye gürlenip akan Talas suyundan yaya da, atlı da geçirdi. Sudan korkanı beline ip bağlayıp nehire saldı. Talas'ın suyunu sahile doldurup göl meydana getirerek yiğitlere suda yüzmeyi öğretti.
Pir Davut'un ilhamiyle seksen yaşındaki Döögör usta gündüzlü geceli çalışıp arkadaşlarına silah yaptı.
Bahadır Manas, Altay'dan geldikten beri yer değiştirerek beslediği atlarını esirgemeden askerlerine dağıttı. Her bölük başına kesmesi için bir kısrak, her yiğit başına bir yedek at verdi.
Askerler savaşa çıkacakları günün gecesinde kutsal dağa çıktılar. Atalarının taşa kazılan resimlerini, yazılarını ziyarette bulundular. Kula kısrağı kurban kestiler. Kopuz çalıp, söz ustasının tatlı sözlerini, ozanların söylediği makamları dinleyip kadir gecesini karşıladılar, neşeyle tan attırdılar.
Şafak azıcık sökmeye başlarken davul çalındı. Bu ordu komutanları toplansın anlamındaki bir emirdi.
Bahadır Manas ordunun önünde yürüdüğü zaman şans getiren, düşmana saldıdığı zaman kalabalık askere bedel olan Bakay'ı emir vererek gâzâya han tayin etti.
Vakit dolup, kalabalık ordunun Büyük Pekin'e yürüyeceği zaman yaklaşırken sevgili yenge Kanıkey hiç uyumadan, yorgunluğunu sezdirmeden amcası Koşoy ile kırk çorayı çağırdı.Önüne bal ve kımızdan yapılan şarabı koydu.
Sefere çıkacağı günün gecesinde sevgili kadın Kanıkey beyaz gerdanlığını takıp kimseye görünmeden Han Manas'ın çadırına girmişti. Gözleri parlamış, sinirlenmiş Kanıkey'i gören Bahadır Manas üzülmüştü.
"Yüce efendim, fazla konuşup işine karıştığım için özür dilerim, büyük gâzâya atlanırken talihsiz sözümü söyleyeyim. Büyük gâzâya çıkma diye ısrar ettim dinlemedin. Pekin dünyanın öbür bucağında, beş aylık bir mesafedir. Halkı kalabalık, savunması dayanıklı bir yerdir. Çinlilere kuvvetli halk diyorlar, oraya giden dönmez, gidişi var dönüşü yok yol diyorlar. Askerlerin dağınık ve hemde karışıktır. Buna rağmen gidiyorsun. Yetimler ve dul kadınlar karargahında kaldı. Namussuz, kötü niyetli akrabaların burda kaldı. Benim gibi inleyip ağlayan hamile kadının kaldı. Yüce soylu efendim, gökte uçan kuşu görürsem efendimin esenlik haberi diye umut bulacağım, atan tanı görürsem efendimin gücü diye kuvvet bulacağım..."
"Her seferde böyle yakınıyorsun, Kanıkey. Kadınlığını bırakmıyorsun. Düşüncelerinin, niyetini düzelt. Gitmediğimiz düşman, yenmediğimiz Çin Maçin değil o. Erkek namusu için, ataların intikamı için mahsus bu büyük gâzâya atlandığında peşimden çekme, yolumu bozma, iyi yolculuk dile!" dedi Bahadır Manas kızarak.
Hanın sözünü dinlediğinde ağlamasını kesip gözlerini yaşla dolduran zavallı Kanıkey gece karargahtan ayrılmıştı.
Bugün gözleri yaşlı Kanıkey yenge hızlı hareketlerle Han Koşoy'un ayağına kapanıp, diz çökerek ona yakası altından, yenleri bakırdan yapılan ok işlemez, mızrak delemez iki katlı zırh şeklindeki özel kaftanı giydirdi.
Katagay hanı Koşoy hayır duasını okudu.
"Umay Ana yardımcı olsun, evladım! Çocuğunu sağlıklı doğursun, evladım! Oğlunu Hızır korusun! Güreştiğini yere sersin! Hızıra yarasın! Kara benekli kaplan yanında yürüsün! Babanın arslanı beyaz kaplan arkandan yürüsün! Alp karakuş önünde ve arkanda dolaşıp uçsun!" kaftan giyen Koşoy amca Tanrıya sığınarak halkın önünde dua okudu.
Han hatunu Kanıkey kederli bir halde, ay gibi yüzünü parıldatarak, altından yapılan takılarını göğsünden oynatarak, bahadırın büyük gâzâya niyetlendi, atışmada ok işlemesin diye, on iki yılda yaptığı Akolpok'u ona giydirdi, altınla kaplanmış kayış kemir beline kuşattı. Kanıkey'in diktiği Akolpok, boylu poslu, geniş omuzlu Manas'a yakışmış, bahadırlık heybeti belirip mağrur bir hal almıştı.
Bu becerikli Kanıkey hatunun yaptıklarını görüp taş yüreği ezilen bahadır Manas açıkca belli etmese de onu üzmeyeceğine söz verip Umay ana'ya yemin etti.
Kanıkey hazineyi açtırıp, yeşil renkli gök heybeyi getirtip ortaya koydu. Heybeyi açıp kırk çoraya kırk kalpak, kırk şalvar, kırk zırh gömleği giydirdi.
Güzel Kanıkey'in çalışkanlığını bilin ki, o kırk çorayı yazın giymesi için bir takım, kışın giymesi için bir takım elbise hazırlamıştı. Ökçesini oydurup, tabanını kalın yaptırıp, çift çıngırak koydurup giydiği zaman hoş ses çıkaran zili var, ok işlemez çizme yaptırmıştı. Bunları kır çoraya verdi hatun. Çizmeye ilaveten her birine tilki derisinden yapılmış çorap ve kumaştan yapılmış ayak sargısı daha verdi hatun. Yiğitlere iki yıl yetecek kadar çakmak, bıçak, kemer verdi. Kavgada düşmanın yüreğine saplansınlar diye çift tığlı hançer verdi. Yiğitler yorulduğunda, yiyecekleri bittiğinde suyla çalkalayıp içsinler ve canlarına kuvvet gelsin diye çoraların erzağına kurut ilave etti.
Tavus gibi yürüyen hatun, arslan gibi çoraların her birine çoktan beri savaş için alıştırılan, zıpyala duran kırk savaş atı hazırlamıştı. Sağrılarına kaplan derisinden örtü örtüp üzerlerine takımlı eyer yerleşmişti. Onun üzerine su samuru derisinden yapılmış döşek koyup terkilerine de birer gök davul yerleştirdi. Yakası altında örtülmüş, düğmesine gevher takılmış, birer zırhal ve yorulduklarında atlara versinler diye ot konulan haybeyi de eyer kayışına bağlamıştı.
Kırgıl'ın başta olduğu kırk bahadır Kanıkey'den memnundular. Kadın olmasaymış Han Manas'a benzeyecekmiş diyerek sırada durarak başlarını eğdiler.
"Manas Han! Düşmanın üzerine yürü, düşmanın tabanında çiğnensin, askerin eksik olmasın! Bütün belâlar senden uzakta dursun! Atalarının taşa kazılan ruhları dirilsin, size yardım etsin!" Bütün halk koyun gibi gürültü yaparak gözleri yaşlı halde Tanrıya sığındı.
Her avul sarı başlı beyaz koyun kurban kesti.
Ordu harekete geçti. Davul çalındı.
Koyu doru ata bihen, bol paçalı geniş şalvar, geniş kolsuz kürk giyen Han Koşoy'un yönettiği ordu kapıdan çıktı.
Eline kırmızı mendil alan Kanıkey bahadırların yanındaki Almambet'e:
"Kardeş, bir dakika!" dedi guguk kuşu gibi sesiyle seslenerek:
Bahadır Almambet, hatuna atının dizginini çevirdi.
Zavallı Kanıkey gözlerini yaşla doldurup hıçkırarak Almambet'e şöyle dedi.
"Ayaş, uzun sefere gidiyorsunuz. Kaç günde varacaksınız, kaç günde geleceksiniz, ay ve yılını söyle de git kardeş. Şu vakitte gelecek diye yolunu bekleyeyim. Beyim Manas sana emanet, ayaş. Altın kuvveti yelesiyle, yüce soyul efendimin gücü seninlerdi, ayaş. Dayanacak biricik beyim, yaman düşmana atlandı, onu canlı görebilir miyim, bu bir Tanrının işidir ayaş. Badırın çocuğunu karnımda taşıyorum, bahadır. Yengenin zor günleri geldi. Kara böcek gibi düşman gelirse, başına dağ yıkılırsa, dostunu koru, ayaş. Dostunu düşmana tutup verme, ayaş" dedi Kanıkey atın yelesini tarayarak.
"Ayaş, yol kısa, söz kısa. Söz söyleyene yol uzaktır ayaş. Tanrım bize yardım ederse, yolum muvaffakiyetli olursa, Allah Teâlâ yardımcı olursa, Büyük Pekin'i tarümar edersek bir buçuk yıl olduğunda, tam on dokzu ay dolduğunda karargaha gelip ineriz, ayaş."
Kırk yiğidin başı Kırgıl davul çaldı. Almambet atını oynatarak gitti.
Mızrakların ucu parlıyor, birbirine değiyordu, askerlerin başları sallanıyor, bayraklar birbirine çarpıyordu, zırhlar parlıyor, askerlerin bellerindeki kılıçlar çağlıyordu, koşu atları yerinde duramıyor, tozlar havaya yükseliyor, yer titriyordu. Ayaklarına üzengiye geçiren erler, yerlerinden kımıldayıp hareket geçtiler.
Ordunun başında Han Bakay gidiyordu, onun arkasında hanların idare ettiği askerler gidiyorlardı. Otuz bayrak taşıyan, üç yüz düdük, üç bin zurna alan kalabalık ordu han yoluna koyuldu.
Tatlı sözlü ve çok akıllı Kanıkey, nârin belli kırk gelinle avulun civarındaki bir tepede kuğu kuşu gibi dizilip, kırda bayrak taşıyan, tulpar atlarına binen yiğitlerin karaltısı kaybolana kadar sessizce bakıp durdu.
Kalabalık ordunun başında, kırk çorası yanında, elli iki yaşında olan asilzade Er Manas, beyaz atmaca gibi nârâ atarak gidiyordu. Altındaki Ak-kulası uzmanların uzmanı tarafından denenmiş, göz nûru bir asil hayvan idi.Geyiğin boynu gibi boynunu kıvıran, kurşun gibi duraklamadan koşan hakiki yürük bir at idi. Yeryüzünde onun benzeri yoktu, ağzına geçirilen gem dişleri arasında çatırdıyordu. Dümdüz beli eğiliyor, geceleyin teke gibi koşuyordu. Olukçuklarla kaplanan ön dişleri çelik gibi kısılıyordu, yanına kimseyi yaklaştırmıyordu, başını çevirip bakışı, hareketleri atlardan farklıydı, güzel bir tavırla etrafına bakınarak sağlam adımlarla ilerliyordu, yelmesine rüzgâr yetişemezdi, koşusuna ok yetişemezdi, yüksek sesle bağırsanız sesiniz de yetişemezdi o böyle bir hayvandı.
Ordu üç gün üç gece yol yürüyüp büyük nehire geldiğinde askerler öteye beriye dağılıp, mızraklarını yere saçıp, bayraklarını serdiler, atlarını otlağa bırakıp keçe evi diktiler, yiğitler kaftanlarını şemsiye yaparak uyudular, asker başına bir tane olmak üzere verilen kısrakları kestiler, yenlik yaparak yata kaldılar.
Ordunun sonunda yürüyen Almambet, yiğitlerin böyle rahat yattığını görüp çok kızdı; çoraları ve komutanları satranç oynamakta olan Manas'a kabaca şöyle dedi:
"Bahadır Manas, var mısın? Şikayetimi dinle. Gideceğim Pekin çok uzaktır. Topladığın ollsa olsa üç yüz bin askerdir. Bu kadar askerle kara böcek gbi sayısız askeri olan Çin yurdunu yağmalayacağım diye yeltenip gidiyorsun. Askerlerinin durumu işte böyle, askerler avuçlarını açmış açıl sofram açıl deyip oturuyorlar. Adamlarının hepsi düğüne gidiyormuş gibi kaygısız. Çinlileri uyuyarak bulamazlar, yatarak alamazlar. Yiğitleri böyle bırakırsan askerlerin sana bakır mı, işlerin yolunda gider mi? Çin'e gâzâya çıkan yiğidin yapacağı iş bu mu? Yolu bilen yiğidin yok. Bekçilik yapan, yer gören, devriyeye çıkıp yol araştıran arslanın yok. Bu gâzâya katılamam Bahadır! Gideceksen kendin, git, Çinlileri yağmala! Sana katılıp ne edeyim, bana müsaade et, geri döneyim. Sözü uzatıp beni sıkma efendim!" dedi Almambet bozularak.
Almambet'in doğru sözünü dinleyen Manas'da, kırk bahadır da, ihtiyarlar da ses çıkarmadılar. Bir süre sonra Manas fikrini söyledi:
"Almambet kızmakta haklıdır. Bakay amcam ihtiyarlamış olsa gerek, askerleri başıboş bıraktı. Aksakallı Bakay'a gidin. Hanlığını Almambet'e versin" Bahadır Manas Acıbay ile Serek'i gösterdi.
Acıbay ile Serek, tepede çadırda bulunan Er Bakay'a büyük bir korku içerisinde gittiler, amca kahkaha atarak şöyle konuştu:
"Başı olan halkın oğlu, gâzâ yolunu tam olarak bilen Almambet'i kıskanmıyorum. Ben Almambet'i arslan Manas'tan, oğlumdan ziyade severim. Görevimi veriyorum askerlerin başına geçsin.
" Er Bakay katibe mektup yazdırıp, beylik mühürünü bastırdı, hanın kara atının üzerine sadaka olarak halis altın koyup çoraları sevindirip üç atla yolcu etti.
Davul çalınıp, askerler toplandılar. Gâzâ ordusunun önünde Manas emir verdi. Iraman'ın Irçı oğlu sefer atına binerek eline kopuz alıp Almambet'in gâzâ ordusuna han olduğunu duyurdu.
Almambet'in han tayin edilmesi orduda gürültü çıkarttı. Kırgızların içindeki Noygutları çoğu onu beğenmedi:
"Er Bakay gibi yoldaşı tahttan indirip başıboş dolaşan; Kalmuklardan, Çinlilerden ve Kazaklardan yer edinemeyen bu adamı han yapmak ne demektir?"
Bazı niyeti bozuk hanlar şöyle dediler:
"İş yeni başladı, daha göreceği var. Manas'a bildirmeden ortalığı ateşleyelim. Han Manas'ı kıl iple boğazlayalım. Ağzına geleni söyleyip, aklına estiğini yapmasının ne olduğunu faketsin! Kiminle dövüştüğünü öğrensin!"
Halkın bazıları hayret ettiler:
"Sersem Kalmuk, halkı ne belâlara itecek? Bakay'ı kendimiz seçmiştik, bu lanet olasını nasıl çıkarır, şimdi çabalarımız boşa mı gidecek..."
Halk söylese de yalan söylemez derler ya. Hanlık tahtına sahip olan Almambet Çin'in Pekin ordusunu görmüş bir yiğit idi, o sağ yanına doksan hizmetçi, sol yanına almış muhafız alarak orduyu kontrol etti. Asker sayısını yeniden tam olarak aldı, askerleri seçerek ayırdı. On kişiye onbaşı, yüz kişiye yüzbaşı, bin kişiye binbaşı konuldu. On bini, yani bir tümeni bahadır yönetti. Yüz bine birer bey konuldu. Yüz binlerce kişilik orduya otuz bey, otuz beye birer de sancak verildi.
Almambet adam sayısını aldıktan sonra ilk olarak hanlık emrini verdi:
"Ey, millet, hepiniz dinleyin! Hükümüm iki olmaz. Emrim yalan olmaz. Bundan sonra istediğiniz gibi at kesip, yiyip içip uyumak yok. Önceki gibi, evdeki gibi sohbet kurayım diye düşünmeyin! Üç ay elbiseleri çıkarmadan Doğu'ya yürüyeceğiz. Pekin'in civarında dinleneceğiz. O zamana kadar asker tertibini bozan canından umudun kessin. Yüz kişiden biri kaybolursa, ya da yolda asker boşyere durursa eceli geldi demektir" dedi Almambet her tarafa altmış cellat tayin edip.
Kalabalık orduda huzursuzluk baş gösterdi, herkes şaşırıp şöyle dediler:
"Elinin körü, bu Çinli bizi dinlendirmeden, sıcak güneşte kızartacak. Su içirmeden, yiyecek yedirmeden at üzerinde öldürecek her halde."
"At kesilmezse, insan yemek yemezse, uyumazsa cesedimizi götürecek Pekin'e? Beyliği Kalmuk'a verip gafil öleceğiz."
Zavallı halk kaygılansa da ertesi günkü sefere hazırlandı.
Karanlık gidip şafak sökerken Almambet'in davulu dağ deresinde, ot gibi uyuyup yatan orduyu ürkütüp uyandırdı.
On iki hanın kalabalık askeri, saf saf dizilip durdu. Almambetin izin verdikten sonra kalabalık ordu katar halinde hareket etti. Gökte toz zerreceği dahi uçmuyordu, yerde boş yer gözükmüyordu.
Yalın kılıç kuşanıp, tuğsuz mızrak almış, elinde sancakla Sarala adlı atına binmiş, çekik gözlü, çilsiz, beyaz yüzlü bahadır Almambet, kılavuzluk etti. Onun arkasında Bahadır Manas çok yol yürüse de canı sıkılmadan, zaaf göstermeden, sanki şimdi ata binmiş gibi, kasırgadan yaman bayak Kula atının yürüyüşünden zevk alarak geliyordu. Deve gibi iri cins yürük at Ak-kula, tuynaklarını yere batırıp, muskasını göğe sıçratıp, tırnaklarıyla kuma basarak heybetli bir şeklide oynayarak geliyordu. Ordunun arkasını kaplan Bakay sürüp geliyordu.
Sel gibi akan asker gece dahi soluk almadan, çan, zurna çalarak, gündüz de mola vermeden, at kesmeden, uyumadan, çölde on gün yol yürüdü. Duraklamaya izin vermedi Almambet. Kalabalık ordu, ıssız bucaksız çölde atlarına dayanarak, yolda uyuyarak, gözlerine kum, ağızlarına toz dolarak, kuvvetten düşmüş vaziyette on gün yol yürüdü, atlar yoruldu, yiğitlerin gözleri kamaştı. Almambet mola vermedi, kırk günde çölü arkada bırakıp, geniş Altay'ın dağlarına dayandılar. Uygun bir yer olan Kobulduu havzasına gelindiğinde ordunun peşindeki turnaya benzeyen Han Bakay, ordunun önündeki Almambet'e gelip rica etti:
"Yapma Almoşcuğum, orduya mola ver, yiğitler zayıf düştü. Bir mola vermezsek kırılıp biteriz"
Arslan Almambet davul çalarak "mola" diye emrettiğinde kalabalık askerin hepsi birdenbire atlarından kendilerini aşağıya attılar. İşte o zaman bütün halk, yol azabının mezar azabı olduğunu anlamıştı. Bazılarının attan inecek kuvveti kalmamıştı. Bazıları bükülüp kalmıştı ki, atlarından yuvarlanıp yerde yürüyemeden duruyorlardı. Baltasına yaslanarak uzanıp yatanlar çoktu. Dayanıklı, kuvvetli olanlar yemek pişirip, kısrak kesip yeyip yattılar. Canı sıkılan yiğitler eğlenmeye başladılar.
Bahadır Almambet, atları dinlendiriyor, kaçan atları toplamaya çalışıyordu.
"Hey hanlar! Atlar su içerlerse yağır olur, atları bir yere bağlayın!"
Akşama doğru, civarlara nöbetçi, hanlara koruma konuldu, keşifçiler yola koyuldular.
Ertesi gün de Han Almambet erlerin sayısını alacağım, gidip söyleyin, eğer biri eksik olursa başını alırım, diye Iraman'ın Irçı oğlunu haberci gönderdi.
Orduda bir telaş başladı, onbaşı, yüzbaşı, binbaşı, çora başı ve müfrezeler ileri geri koşup, bağırıp çağırıp, Tanrı korusun bu Çinliden diye, askerlerini bulmakta zorlandılar.
Kırk çoranan biri olan Tazbaymat onbaşı idi. Almambet hesap sordu, o kendisiyle beraber on kişiydi, ama birini bulamamıştı. Tazbaymat'ın bir adamı kaybolduktan sonra, yüzbaşı onu alarak binbaşıya götürdü.
Binbaşı tümenbaşına, tümenbaşı Hana götürdü. Tazbaymat hesabında yanılmıştı.
"Elimde dokuzu vardı. Benimle on oluyorduk. Yavrusuna bakan kancık gibi bakıp günde üç kez sayıyordum bunları. Kaybetmişsem kahrolayım! Tanrı lanetlesin!" dedi Tazbaymat elini yayarak.
"Üç yüz bin askerin hepsi sağ iken, senden bir kişinin kaybolması üzücüdür. Hükmüm iki olmaz. Ölüme mahkum edeceğim. Tazbaymat'ı tutuklayın cellatlar!" dedi Almambet kızarak.
Altı cellat derhal başını kesmek için Tazbaymat'ı alıp götürdü.
Bu sırada Er Serek duraklayıp askerlere çevirildi :
"Hey, Baymat'ın onuna sevgili Manas girmiş olmasın, kağıda ber baksana" dedi Er Serek silkinip.
Kağıdı tutan Kadırseyit yazıya baktı ki, Serek haklı çıktı. Bahdır Manas onuncu er olarak Tazbaymat'ın idaresinde idi.
Ölümden sağ kalan Tazbaymat, bahadır Manas'a geldi:
"Ah, bahadırım Manas, senin için az kalsın Çin'li, kellemi alacaktı" dedi Tazbaymat bahadıra bağırarak.
Manas:
"Kurumuş Tazbaymat, burada âmirim sensin, unutulan benim. İşini eksik yapıyorsun. Yahu, Serek'e söyleme deyip seni kestirseydim keşke!" genellikle hiç gülmeyen bahadır çok güldü.
"Alp Manas'ı unutan Tazbaymat yiğit midir, yâ Tazbaymat'a darılmayan Manas arslan mıdır?" dedi Serek laf olsun diye.
Geniş derede bülbülün ötmesiyle uyanan Han Manas, nehir kıyısına varıp yüzünü yıkadı. Yorulan yiğitlerin rahatını bozmayayım diye davul çalmadan muhafızlar aracılığıyla Bakay, Koşoy ve Almambet bahadırları, kırk çorayı on iki hanın âmirlerini çağırtıp toplantı yaptı.
"Askerler rahat bir soluk alsınlar. Şimdi Kakançin'e, Pekin'e doğru yol alalım. Yolu hangi çora iyi biliyor? dedi Bakay sözünü kısa keserek.
Pekin'e keşif için ben gideceğim diye cesaret eden kimse çıkmadı. Askerler suskun duruyorlardı.
"Yol keşfini bana verin. Orası benim gördüğüm yer, dövüştüğüm halktır" dedi Almambet gülümseyerek.
"Kaç günlük mesafe orası?" dedi Bahadır Manas Almambet'e.
"Gidişi dönüşü iki ay, bahadır" dedi Almambet, "İki ayda gelirim. İki ayda gelemezsem, orda kaderimle ölmüşümdür."
Manas Sungur kuşu gibi bir hâl alarak, Almambet'in sözünden çok memnun oldu.
"Bahadır Almambet, keşife çıktığında yorulmayan, on iki gün durmadan savaşan yine de koşmaktan bıkmayan Kartküröng' e binip git. Ayrıca ok işlemeyen elbiseyi giyip git. Erzağını bol al. Yanına çevik yoldaş seç!" dedi Manas.
"Vay efendim, vay!" dedi Bahadır Almambet gürültüyle gülerek ve bükülerek "Yola hançerim yeter, Saralam'a bineyim. Hayvan olsa da sırdaşız değil mi. Bahadır, yanıma yoldaş için Sırgak'ı verin."
Han Manas buna muvafakat etti.
Er Almambet binbaşı Oşpur'u ordudan buldurdu.
Oşpurum, ordu Ala-Dağ'daki gibi eğlenip yatmasın. Çinli ve Kalmuklarla savaşmak için idman ettirilsin. Kakançin'de dolaşıp savaş hünerini öğrenmiştin. Ben gelinceye kadar askerlere hünerini öğret" dedi Almambet emrederek.
İki yiğit Almambet ve Sırgak, Çin topraklarının keşfi için atlarını seçip, silahlarını hazırlayıp harekete geçmek istediler.
Bütün millet Tanrıya yalvarıp hayır dua etti.
"Karşına düşman çıksa tabanında ezilsin! Atının izi otlarda kalmasın! Düşmanın takibedip ulaşamasın! Sağ gidin, ganimet alarak sağ gelin!".
İki gök yeleli kurt atlarını sıçratıp yola koyuldu.
Kuş olup uçan, yüksekte dövüştüğünde, düşmana karşı çıktığında gevşemeyen, keşifte duraklamayan, susuz ovada susamayan, gürültüden şaşırmayan, orduya katıldığında kırk gün karnı acıkmayan Sarala'ya binen, gök demirden zırh giyen sırlı mızrağını eline alan, ok işlemez kalkan kuşanan, karanlıkta yürüdüğü zaman bozkır tilkisinin izini kaybetmeden süren arslan Almambet Pekin'e doğru yöneldi. Almambet'in yanında, teketek kavgaya çıktığında heybetinden hiçbir şey kaybetmeyen, ölümden korkmayan, alev gözlü Sırgak vardı. Hiçbir şeyden yakınmaz, keskin mızraklı, başı kalkanlı bir yiğitti.
Kuvvetli iki arslan, uçan kuşlarla yarışıp düşmana farkettirmiden, bulut gibi sessiz, ıssız bucaksız çölü, puhu kuşunun bile uçmadığı kırı takib ediyor atlarını dinlendirip akıl danışıyor, Pekin istikametine doğru gidiyordu.
Tuyundunun Sarı-kıyası'nın civarına gelirken Almambet yoldaşı Sırgak'ı durdurdu.
"Bahadır Sırgak, bir dakika dur" dedi Almambet önüne çıkarak.
Almambet, dizler üzerine oturup el ayalarını gözlerine yaklaştırarak baktı.
"Eyvah!" dedi gözlerinden ellerini almadan Almambet "Sırgakçığım, Çinliler bizi farketmiş. Pis Çinlilerin devriye için koyduğu dağ sırtındaki dağ koçu, çoktan kaçıp gitmiş, ördeğe haber ulaşmış. Şimdi biraz mola verelim." Yiğitler atlarının gemini çıkarıp otlağa bıraktılar. Yolculuk azığındaki kavut ile kurutu pişirerek yediler. Birbiriyle iyi anlaşan iki bahadır birbirine gençlik yıllarını anlatmaya başladılar.
Kalabalık ordu, rahat bir yere yerleşti. Hastalara bakıldı. Bu yabancı yerde, askerler hergün sayıldı. Yorulan atlar dinlensin, yorulan yiğitler kendine gelsin diye devriyeye asker konup keşiften haber beklenip yatıldı. Oşpur bir türlü rahat edemedi. O, askerlere hünerini öğretmek zorunda idi.
Manas'ın kırk bahadırı yirmişer yirmişer ikiye ayrılıp dört kısrağı ödül koyup, aşık kemiği atıp oynuyorlardı. Karargahta Kırgıl'ın bağırıp çağıran sesi çıkıyordu. Zaten onun sustuğu gün olmamıştı. Nerede olursa olsun muvafakat etmiyen Kırgıl'ın normal olmadığını gören bahadır Almambet, Manas'a şöyle demişti: "İhtiyar Kırgıl ölmedikçe, kıyameti görmedikçe Kırgızın işleri iyi gitmez".
Bugün de Kırgıl birilerini çatıp, yok yerden kavga çıkardı. Bir anda karargahın civarındaki Çubak ile İhtiyar Kırgıl, birbirlerine takılırken ansızın ağız dalaşına tutuştular.
İhtiyar Kırgıl, Çubak yiğide terbiyesizce hakaret etti:
"Hey, Çubak o kadar kabarma! Rakı içip sarhoş olduğun zaman dünyayı yıkacağım, ben Manas'ın sağ koluyum diyordun. Manas'a gelen o şaşkın Çinli o kadar olamıyorsun. Katardan çoktan geride kaldın. Akıldan ve sözden yoksunsun. O kadar güçlü arslan olsaydın kaçıp gelen Almambet Çin'e keşife gider miydi? Çubak burada kalır mıydı? Böyle yaşayacağım deme, geber!"
Bunu işiten Çubak bakıp durur muydu hiç. Onun da gözlerinden ateş, ağzından alev çıktı, öfkesinden çatladı. Dövüşte, insan gücü yetmeyen Er Çubak'ın kızgınlığını gören yiğitler "kendine hakim ol" diye ellerini tuttular.
Akbalta'nın oğlu Çubak altın çerçeveli akbaltasını bileğine taktı, silahlarını kuşanıp kökteke adlı atına bindi yılan gibi sıçrayıp ihtiyar Kırgıl'a bağırdı.
"Elinin körü, ihtiyar! Senin şu Almambet'inin peşinden yetişip kesmezsem, kanını içip doymazsam, Çubak adım silinsin. Onun cesaretini göreceğim! Pekin'e gireceğim! Yakalayana dek kovalayacağım. Almambet'in başını buraya terkimde getireceğim". Er Çubak davulunu hareket etti.
Çubak'ın bahadırlığı Manas'tan eksik değildi, boylu poslu, geniş omuzlu, yılankavı boyunlu, çok yiğit biriydi. O, muskasını sıçratan yürük atı Kökteke'ye binerek önünü engelleyenlere bakmadan gitti.
Devriyeye giden Han Bakay, Çubak'ı tek başına yürüdüğünü gördü. Artçıdan onun istikametini öğrendikten sonra tepedeki altın çadırda habersiz yatan bahadır Manas'a gitti.
"Çubak, kulaksız gök yeleli kurdun hareketini gördün mi? Sözümü anla Manas, ayrılanı kurt yer, ayrıla ayrıla bugüne kaldı Kırgız, başka halka laf gidiyor. Çubak senden başkasını tırnağı kadar görmüyor. Çubak'ı bir an evvel durdur" dedi Bakay.
Bakay'ın sözünü dinleyen bahadır Manas ne diyeceğini şaşırdı.
"Yapma amcacığım, ordu bozulmaya başlamış. Buna izin vermeyelim. Çubak ile Almambet birbirinden eksiği olmayan yiğitlerdir. İki arslan yok yere ıssız çölde, kimsenin olmadığı yerde çekişip dövüşürlerse birbirlerini öldürürler. Kanatlarımızdan ayrılmayalım. Ak-kula'yı yedeğe alarak gürültü koparan Çubak'ın önüne varıp hediye edip öfkesini gidereyim! Askerim bu durumda olduktan sonra emanet candan umudumu keseyim, ata binmeyivereyim!" dedi bahadır Manas kızarak.
Manas kızdığı zaman ordu değil, gökteki bulutlar bile kararırdı. Bahadırın görünüşü şöyle idi: Dimdik küstah gözlü, ince dudaklı, yassı yanaklı, uzun çeneli, gözlerin derin idi. Yiğitliği apaçıktı. Manas da Aymanboz atına binerek Çubak'ın peşinden gitti.
Tal-Mazar'ın altında uyumakta olan Almambet yüzüne birisi bir şey saçmış gibi şaşarak uyandı. Okunu hazırlayan Almambet at üzerinde bağırdı. "Hey, Sırgak dur! Benim gördüğümü gördün mü? Benim duyduğumu duydun mu, bahadır?"
Sırgak atına binerek Almambetle yanyana geldi.
"Ee, bahadır ne oldu? Yoksa kalabalık bir düşman grubu mu gördün?"
"Ey mert Sırgak arslanım, sırdaş olan yoldaşım! Bilmiyorsan söyleyim, beni himaye edenler söyledi : Akbalta'nın oğlu Er Çubak denen gaddar yayılmış uçan kuş gibi geliyordu, bastığı taşı parça parça ediyordu, kazan gibi olan topağı üzerinde gürültüler çıkarıp, perçemlerini göğe sıçratarak, tuynaklarını batırmış hiddetle bir hal almıştı hayvan. At üzerindeki Çubak'ın heybeti de acayipti, rengi uçmuştu, düşmana aldırmadan, kimseyi kendine denk görmeden düşmanını yiyecekmiş gibi hırslanmıştı.
Gök yeleli kurt Almambet Er Çubak'ın hırsını görüp atını çevirmiş ona aldırmayan Almambet sırıtarak selam verdi.
"Ee, bahadırım Çubak, kızmış gibi bir halin var, kılıcını çekmişsin, karşılaşacağın düşmanı göster, bahadır. Kalabalık Çinli mi geldi? Düşman seni gafil mi avladı?"
Kızgın kudurmuş Er Çubak kimseyi dinlemeden yel gibi hızla gelerek Almambet'e bir dokundu.
"Hey numara yapma Almambet, geçenlerde sen halkından ayrılıp başıboş dolaşıp geldiğinde geniş Talas'ın koynunda, ılgın ağacı biten havzada Argın, Nogoy içinde kan akıtıp, kılıç tutup içtiğimiz ant hani?" O zaman ata beraber binelim, düşmana beraber saldıralım, keşife beraber çıkalım, ölsek de beraber ölelim demedik mi? O yemininden nasıl kaçarsın? Beni bırakıp neden yalnız çıktın? Dur! Söyleyeceğimi dinle, köle! On iki türlü askeri yönettiğin halde keşife çıkan sen misin? Danışmak yok, laf yok, artçıdan kalan ben miyim? Vay köpek seni! Şimdi benim elinde öleceksin Çinli! Dedi Çubak içini boşaltarak.
"Ey, Çubak dostum! Sabreden derviş, muradına ermiş derler. Sabrededur, bahadır keşife ben gidecektim. Kırk hanlı Çin'den haber alacaktım. Arzu edersen sana yol açık, keşifine gidiver. Kırgızdan kimse keşife çıkmadıktan sonra, ben çıkayım dedim kötü mü etmişim? Kin besleyip Çinli diye canımı sıkma, kanımı kaynatma." Almambet sövüp saymadan, konuşup kızgınlığını gidersin diye ona aldırmadan ip gibi kıvransa da sol eliyle tutarak durdu.
"Pis Çinli köle! Yalandan keşife çıkacağım diye başlı halk olan Türkü bırakıp gitmek istiyorsun. Barikatını bozayım mı, can sıkıntısını gidereyim mi, seni istirahat ettireyim mi?" Er Çubak yeniden öfkelenerek atını kamçılayıp yerinden fırladı.
Şimdi Er Almambet de sinirlenmiş, ağzından ateş püskürterek, tüyleri diken diken olmuş vaziyette, sinek kadar canını hiç düşünmeden lanet olası Çubak'a söverek hücum etti.
"Hey hırslı pis murdar! Benim Pekin'e keşife gitmem kimin için? At üzerinde inatla yolumu engellemen kimin için? Cahil köpek Çubak, bil ki bunların hepsi senin için. Durmayım dedim durdurdun, konuşmayım dedim konuşturdun ulayan köpek Çubak! Bil ki ben Pekin'in asilzadelerinden biriydim. Saf altından yapılan tahtım vardı Pekin'de! Korkak pis murdar, ben nasıl Noygut kölesiymişim. Kuvvetli arslan isen, benden daha yiğit isen, cesur arslan isen niye bozkırından şaşıp geldin. Ben tahtımı bırakıp, halkımdan bezip pislikten temizleyip çora oldum Manas'a. Yerleştim Tala'a.
Beni Han yapın dedim kiminize?
İstedim, girdim dininize.
Hanınla bir olmadın
Öfkelensem burada,
Macera seven Çubakım.
Kovayım mı cinini?
Amir yap dedim kiminize?
Hürmet ettim dininize.
Amirinle bir olmadın
Döveyim mi cinini"
Almambet kazık boyunlu Sarala'ya kamçı çalarak çift tığlı gök çelik kılıcını kınından çıkarıp Çubak'a saldırdı. "Başını elma gibi kopartacağım. Yol üzerinde öldürüp köpeklere yem yapacağım."
Er Çubak da canını düşünmeden sağ yenini çözüp, kalkanı sırtına tutup, çelik kılıcını eline alarak dörtnala atını koşturdu.
Tepeye çıkan iki yiğit karşı karşıya geldiğinde dostluk hatırı yüzünden birbirine kıyamadan, bağırıp kılıç vuramadan bakıp durdu. Çubak Ağa! Almambet Ağa! Öfke düşmün akıl dosttur derler. Acınızı benden çıkarın bari dedi Sırgak. Buna aldırmayan erler atlarını oynatarak birbirine tekrara saldırdı.
Bu esnada eyerin sırtına benzeyen gök kırdan sevgili bahadır Manas'ın karaltısı doğan güneş gibi belirdi. Manas Aymanboz'a kamçı çalarak rüzgar gibi yetişip geldi.
"Yiğitler! Durun bir dakika! Bırakın kılıcınızı!" dedi. Manas uzaktan bağırarak.
Manas'ın bağırışını duyan iki yiğit durdu.
Bahadır Manas yürük deve gibi atıyla yetişip gelerek iki yiğide şöyle dedi:
"Üzerimde sungur, yanımda kaplan, altımda hayırlı yol, savaşta kalabalık askere bedel ikizler olan Almambet ve Çubak dostlarım"! Çektiğiniz kılıçlar taşı kessin, felâketler onunla beraber gitsin, yere bırakın! Şakanızı bırakın!" dedi. Han Manas araya girip kamçısını kaldırarak.
Çekişen iki yiğit aracıya bakmadan "Bırak beni, onu keseyim" diye tekrar birbirini tehdit ederken kaplan Manas şaşırarak şöyle dedi:
"Ey akılsız ve budala dostlarım; niyetinizi bozup yarı yolda kavga çıkarıp böyle Talas'a geri dönmek mi istiyordunuz. Bahadır Manas'a kendinizi göstermek mi istiyordunuz. Bunu nasıl yaparsın Almambet? Nasıl böyle düşünürsün Çubak? Yiğit Almoş varken cihanı altüst edeceğim, on sekiz bin âleme saldıracağım diye düşünüyordum. Çubak yanımdayken ok işlemez beyaz elbisesini değiştirip giyeceğim diye düşünüyordum. Sizin halinizi bugün gördüm! Kim olduğunuzu anladım. Şu Pekin'e kendim tek başıma gideyim, tek başıma varıp öleyim! Ey akılsızlar, yiğitlik taslayan budalalar, çölde yol kapışıp biriniz ölüp biriniz kalın..."
Sinirlenen bahadır Manas elindeki çift dizgini sağa sola silkip bıraktı. Kızgın gök yeleli kurt Manas kara tepeli kırda Karakuş gibi vadiye bakıp küserek oturakaldı.
İki bahadır baştaki gibi sert tavır göstermeden yumuşayıp, kılıçlarını kınına takıp, biribirinden uzaklaşarak bahadır Manas'ın karşısında mahçup olarak durdular.
İlk önce Er Çubak, Almambet'in önüne gelip diz çöktü, boynuna yular takarak iki elini göğsüne koyup şöyle dedi:
"Bahadırım Almambet, senin arkandan sana Çinli dedim. Bastırıp geldim, farkettim ki bu utanç vericiymiş. Keşife gideceksen işte yol! Al, başım hediye! Bahadırım Almoşcığım kusur bendeyse affedesin!"
Şu yalan dünyaya bak, büyük bahadır Almambet eriyip yumuşayan Çubak'ın tavrından memnun oldu.
"Han oğlu Er Çubak! Konuşurken sırdaşım, kıymetli arkadaşım, dertleşirken dert ortağım! Kakançin'e, Pekin'e beraber gidelim dediğin doğruydu. Keşife sana söylemeden çıkmam doğru değildi, kabahat bende, sen de beni affet bahadır!" Almambet atından inip Saralasını yedeğe alarak kamçısını boynuna koyup Çubak'a diz çöktü.
Ateşten geri dönmeyen, ölümden kaçmayan ahmak doğan iki bedbaht geberdiler mi nedir diye bahadır Manas gözünü çevirip baktı ki, deminki ikisi birbirine sarılıp, göğüslerini değdirip, el verişip, gökteki yıldızlar gibi çift olup barışmıştı. İki bahadır atlarını yedeğe alarak ağır ağır yürüyüp boyunlarını büküp Manas'ın önüne geldiler.
Arslan boynunu çevirdi. Bahadır Manas'ı görüp sevinerek güldü iki yiğit.
"Han, efendim, günahımızı affet. Önünde atlarımız hediye, bahadır!" dedi iki yiğit yanyana durarak.
"Ey Almambet, Çubak ikizim! İkiz yiğitlerim! Atışmaya gelen düşman olursa dünyayı yıkan kahramanlarım! Pekin'e ulaşıp keşif yapmak üzereyken gelip kavga çıkaran düşüncesiz Çubak, yaptığından utan! Yetişip gelip araya girsem küskün söz söylediğin için utan Almoş!" Bahadır Manas ağzını kocaman açıp gülerek iki yiğidiyle barıştı.
Issız çölde atlarını yedeğe alan dört bahadır sözleşti.
"Uçarsak birbirimize kanat olalım, düşmana ok olalım. Öleceksek birlikte ölelim. Andımızı bozanı Gök lanetlesin!" dediler bahadırlar Tanrıya sığınarak. Aymanboz'a binen bahadır Manas kıl çelik kılıcın tığını yalayan, biribirine şeref sözü veren üç yiğitle Cet-kaytına kadar pürüzsüz görünen Tal-Çokunun üzerine doğru yöneldiler.
Efendisi başta olmak üzere dört bahadır etraflarına bakındılar. Karanlık bastığında göz ulaşmayan, göz ulaşsa da doyulmayan eski Pekin-nehiri ile gölü, çölü ile dağı, sahrası ile ormanı, şehiri ile kalesi göze ilindi.
Arslan Almambet karşısındaki manzaraya imrenerek gün boyunca Pekin'i anlatadurdu.
"Karlı sahra, Büyük Pekin, keşke benim yerim olsaydı diye arzu edilecek yer değil mi? Çubak kaynaşıp yatan kalabalık Çinli benim halkım olsaydı diye sorulacak halk değil mi? Çubak" dedi Almambet ilave ederek.
Almambet'in ah çektiğini, ihtiraslı gözlerini gören bahadır Manas "Almoş göbek kanının damladığı yerini özlemiştir, yurt özlemi mahveder insanı!" dedi dostuna acıyarak.
"İlim ilden eksik değil, ilsiz kalacak insan ben değil". Dertli dertli hıçkırarak ağlayan Almambet konuşmasını bitirdi.
Bahadırlar yola koyuldular. İl içine girmeden, ine cine gözükmeden dağı takibederek yürüdüler.
"Bahadır Manas, sağ tarafta köykap (kuh-i kaf) vardır. Onun geniş tepesinde Sazangşan denen halk yaşar. Çet-Beecin'in başı onlardı. Savaşçı halk. Halkının ihtiyarı ile genci farkedilmiyor. Başları kazan gibidir, her biri yetmiş kulaç köknar ağacına dayanarak yürür. Bunların âmiri Makel adlı devdir. Onu kimse yenememiştir. Bu yüzden korkuyorum. Bilmeden savaşırsak o kafirden başkasını kendi elimle geberteceğim" dedi Almambet sırrı anlatarak.
Bahadırlar tepedeki yalnız çınar ağacının altındaki pınara gelerek atlarını bir yere bağlayıp yattılar.
Almambet Manas ile Sırgak'ı bırakıp Çubak'ı alarak Pekin tarafına keşife gitti. İki bahadır dağ sırtına çıkıp düzlüğü araştırdı.
Boyu dağ gibi olan Almambet birden ürktü.
"Ey, Çubağım, can dostum! Benim gördüğümü gördün mü, benim duyduğumu duydun mu? Geçende benim dediğim Makel adlı dev geliyor."
Çubak dikkatlice baktı, ama ıssız çölde insan karaltısı filan görmedi.
"Ey bahadır Almambet, devini görmedim" dedi Çubak.
"Yola iyice baksana!" dedi Almambet.
"Yolda bir tepe duruyor. Başka kimse yok."
"O tepe dediğin Makel adlı devdir" dedi Almambet.
Er Çubak ağzını açtığı halde şaşırıp donakaldı.
"Kakançin'in Esen Hanına devriyedeki dağ koçu çoktan bizim haberimizi ulaştırmıştır. Kurnaz Esen Han Kakançin'in askerlerini koruyup Kırgızları yok edeceksin diye muhafız Makel adlı dev'i buraya göndermiştir. Şimdi Makel adlı dev'i iyice göreceksin Çubak" dedi Almambet.
Vay tövbe, yeryüzünde böyle insan da varmış demek. Er Çubak devi gördükten sonra canından umudunu kesip bakakaldı. Makel devin yüzü rengi daha açık gözüktü: Ağzı tepesi yıkılan mezar gibiydi, tek olan gözü parlıyordu, kaş ve kirpiği yeri kaplayan koyu çam ormanı gibiydi. Makel'in bıyığıyla sakalı arasında karga, alaca karga, alıcı kuşlar yuva kurmuşlardı, cıvıl cıvıl uçuşuyorlardı.
Boz katırın dizginini çekerek büyük keçe evi kadar topuzunu bırakan Makel adlı dev cebinde ocak gibi büyük piposunu çıkarıp tütün kutusundan beş avuç tütün alıp çakmak taşıyla tutuşturdu. Üflediği duman yen kadar olup üzerinde yılankavı bir hat çizerek ıssız yeri bulut gibi kapladı, yol gözükmüyordu. Sigarasının zehirinden bir at koşumu kadar mesafedeki Almambet ile Er Çubak aksırdılar. Başları döndü.
"Kaplan Çubağım, nasıl bir zaman nasıl bir karanlık çökecek başımıza bilemeyiz. Makel adlı deve gözükmeden geri dönelim. Manas'a gidip anlatalım. Ona dördümüz çıkalım" dedi Almambet acele ederek.
Bunu işiten Çubak korktu.
"Aman Almoş ne diyorsun, halkın lafına kalırız. İki yiğit bir yiğitten kaçıp geldi demezler mi? Herkese bir ölüm vardır. Gayrete gel Almake! Tevekkülle savaşalım. Mel'unu keseriz!" dedi Çubak silahını hazırlayarak.
Almambet Er Çubak'Tan memnun olup kendi söylediklerinden utandı.
"Kurban olayım sözüne, Çubağım! Ben bekleyip durup tek olan gözüne ok atayım, sen mızrakla sanç bakalım" dedi Almambet yayını hazırlayıp dağ sırtından aşağıya baktı.
Almambet Makel adlı devin tek gözünü hedef alarak attı. Ok gözüne saplanmıştı, Makel'in gözbebeği fıçı gibi yere düştü. Makil bağırarak gözünü tutup dizleri üzerine dayanakaldı. O ana kadar Er Çubak kayalık dağ gibi deve, oktan önce ulaşıp apaçık duran ağzına mızrak sapladı.
Makel adıl dev yuvarlandığında dağ kaymış gibi yeryüzü şiddetli gürültüyle sarsıldı.
Fazla vakit geçmeden yere düşen devin kafatasına Almambet baltayla vurarak geçti.
Makel'in kalkmasına fırsat vermeyen Çubak devin başına bir daha balta vurdu.
İki yiğit her yandan üstüste ok atarak Makel adlı devi bir günde ancak alt ettiler.
İki yiğit Makel adlı devin başını kesip gergedana yüklemede epey zorlandı. Er Çubak iki heybe taşına birlikte yükledikten sonra devin başıyla eşit düzeye geldi.
Devriyeye çıkan Sırgak, iki yiğidin ata bir şey yükleyerek geldiğini görüp Bahadır Manas'a müjdeli haberi ulaştırdı.
"Yüce efendim, işler yolunda, iki arslan sağ salim geliyor. Ganimetleri varmış. Geyik avlayıp ev kadar gergedana yüklemişler."
İki yiğidin yoluna artçı olan Sıgak çıktı.
"Yolunuz hayırlıdır inşallah. Av ola! Hediye istiyorum, bahadır!" Sırgak merak ederek gergedana doğru yöneldi.
"İsteğin kabul olsun! Bir geyik avladık. Başını yükleyip geldik. İndirip alasın! Elin bereket getirsin!" dedi Çubak onu deneyerek.
Er Sırgak, çabucak gergedana doğru elini uzatmış giderken birden bağırıp dönerek kaçtı.
"Yapma ağabey, bu nedir? Domuzun başımı ya da yelmavuz devin başı mı? Kakançin'in hepsi böyle olursa, ne günler göreceğiz? İşimiz kötü!" dedi Sırgak şaşırıp.
"Hey, Bahadır Sırgak, yüreğin yerinden oynadı, gel tedavi edeyim" dedi Çubak.
Sırgak kenine geldikten sonra Manas'a çevrildi.
"Efendim bu başı gördün mü? Bu yaramazların yaptığı işe bir baksana!" dedi Sırgak afallayarak.
Almambet kahkaha atarak güldü.
"Hey, benim geçende size söylediğim Makel adlı dev işte budur" dedi Almambet devin başını yere fırlatarak.
Makel adlı devin başı bahadır Manas'ın ayağı altına yuvarlanarak gelip durdu.
Dört eren Kakançin yurdunu dolaşıp içeriye doğru gidiyordu. Karargaha giden yolda akına hazırlanırken kalabalık asker gözüktü. Bu askerleri gördüyse de hiç aldırmadan gidiyordu Almambet. Onun yanında bahadır Manas sessizce yürüyordu. Er Sırgak çaktırmadı. Sadece Er Çubak korktu. "Hey, Almambet ne yapıyorsun? Kökümüzü kazmaya mı yelteniyorsun? Kalabalık asker bizi görürse, üzerimize saldırırsa ne yapacağız? Bu bir felaket değil mi?" dedi Çubak.
"Ölürsek bir çukurdayız, yaşarsak bir tepedeyiz, bahadır. Beni takibedin!" dedi Almambet alçak sesle.
Bahadır Manas da sırrı biliyormuş gibi yavaşça güldü. Bahadır Çubak başkalarından geri kalmayayım diye tevekkülle yürüdü.
Bahadırlar, gök mızrak tutan askerler, yaylarını hazırlayan nişancılar gürleyen ejderhalar arasında gidiyorlardı. Onları aşarak, büyük köprüye gelip durdular. Almambet köprünün altına atlayıp tek yola girdi. Onu Bahadır Manas, Er Sırgak takibetti, kılavuz Çubak köprüden geçmek istiyordu.
Almambet Çubak'ı görür görmez bağırdı.
"Çek, geri dön! Öleceksin lan!" Çubak'ın Köktekesinin tuynağı köprüye değer değmez, büyük bir gürültü koptu.
Korkan Çubak derin çukura girip kaçtı. Gürültü geçtikten sonra Çubak bahadırlara geldi. Onun rengi uçmuştu.
"Ee, bahadır Çubak, can tatlıdır değil mi ha?" diye sordu Sırgak.
Almambet keyifli keyifli gülümseyerek şöyle dedi:
"Ey bahadırlar, ben size Pekin dayanıklı bir yer, Çinliler kalabalık halk diye söylemiştim. Bu Çinliler doğruca gidilecek bir halk değil. Halkının ve ülkesinin sırrını bilen adam ancak gelebilir. Bu kurnaz Çinlilerin bir hilesidir.
Köprüye doğrudan basan geçemez. Kalabalık ordu olsa bile ölümden kurtulamaz. Karınca gibi kaynaşan askerler ise hileyle, suretle, taşla ustalıkla yapılmıştır. Tepeme asil taş konup han olduğum zaman, Kırgız olma gibi bir niyetim olmadığı zaman, Çin sınırına kalın barikat kurup Pekin'e giden yola, Kırgızlara, atlı savaşçı halklara karşı yaptırmıştım. Büyü ile yola nöbetçi konulmuştu." dedi Almambet.
"Hey, yiğit yatakta yatarak ölmez. Sinek kadar cana bile bir ölüm vardır! Namus için doğduk, namus için öleceğiz!" dedi bahadır Manas yüksek sesle gülerek.
Almambet yiğitleri durdurdu.
"Bahadır, düşman bizi farkedip hazırlanmıştır. Sırgak'la ikimiz Çinlilerin durumunu öğrenelim" Almambet, Bahadır Manas'la Çubak'ı bir keçe evine bırakıp keşifine gitti.
Er Almambet yanına gök yeleli kurt Sırgak'ı alarak at koşturup alçak dağın sırtına gelip durdu.
Er Almambet şöyle konuştu: "Ey Çubağım, Kan-Caylak'ın tepesini gördün mü? Orada nöbetçi olarak konulan sarı tilki var. O bizden kaçıp kurtulursa devriyedeki kırk rahibe haber verecektir? Ondan gözünü ayırma. Tilki yerinde ise, onu ininden takibedeceğim. Seni çağıracağım." diyerek Sarala atını koşturup gitti Almambet.
Er Almambet kurnaz tilki kokumu alıp kaçıp gitmesin diye tilkinin yattığı yerin karanlık olması için dağ üzerindeki bulutu takibederek bekledi.
Almabet çukura vardı. Atından inerek taşlar arasına saklanıp hava serinleyinceye kadar bekledi.
Bir anda kurnaz tilki burnunu yukarıya kaldırıp koşarak ininden çıktı.
Almambet tilkinin göğsünü hedef alarak ok attı. Ok alınan yere isabet etmeden bir ayağını hedef sıyırarak geçti. Kurnaz tilki can telaşıyla kaçtı.
Almambet dağı sarsarak Sırgak'ı çağırıp bağırdı.
Er Sırgak otlu dağ yaylasıyla kökçöbiç atına üstüste tepinip sır mızrağını uzatarak tilkiye yetişip onu kuşattı. Almambet tilkiye fırsat vermeden gelip kılıcıyla onu altı parça etti.
Rahat bir nefes alan Almambet taşların arasına gizlenip üzerine işaret konulan yerden kocaman bir kapı alıp gelerek içini yardı. Ondan Çin hanını giydiği iki elbiseyi aldı. Tepesine taş katılan elbiseyi kendisi giydi. Sırgak'a şalvar, çizme, kalpak ve dar elbise giydirdi, atlarına Çin örtüsü örttüler. Almambet yola bekçi olarak konulan kurnaz dağ koçunu da gebertti.
Dağın ortasındaki masmavi göle gelirken Almambet dertlendi. "Sırgakçığım, atının başını çevir bahadır, bu göle bekçi olarak konulan ördek çoktan uçup gitmiş. Demek Çinlilere çoktan haber ulaşmış!" dedi Almambet kara kara düşünerek.
İki yiğit kaynaşan kalabalık Çinlinin içine girdi. Almambet eğilip Çinliler gibi diz çöküp Çince söylüyordu, Sırgak dalkavuk kıyafetine girmişti.
Almambet'in Çin tarzı elbisesini, tacını, zümrük taşı belgesini gören yoldaki görevli komutanlar ona tazim eyleyip durdular. Almambet rastladığı şehrin ordusunu başka bir yola gönderdi.
Tungşa şehir Almambet'in göbek kanının aktığı, çocukluğunu geçirdiği şehir idi. Ayna gibi vadiye gelirken atalarının yaptırdığı şehiri, doğduğu yeri görüp aklına eski hatıralar gelen Almambet'in gönlü kararıp gözlerinden yaş döküldü, kendi eliyle diktiği çınara sarılarak dertlenip ağladı.
"Dünyası kurusun, Sırgak! Doğduğum yer işte burası, Sırgak. Büyüdüğüm yer işte burası Sırgak! Şu görünen karaltı yedi atamın tahtıdır. İşte öteki agala kum, kızıl duvarlı olan babacığımın karargahdır. Benim kaçıp çıktığım yer burası, Sırgak. Kalbimi temizleyip, dinimi bırakıp, babamdan vazgeçip kuş gibi uçup yalnız başına yürüyüp Kırgızalar sığındım Sırgak. Baktım ki nerede olursa olsun halkından vazgeçen, yerini bırakıp giden, çocuksuz yaşayan yiğidin altın başı hor görülürmüş, Sırgak. İnsan nerede yaşasa da doğduğu mukaddes yerin hasretini çeker, bu hasret insana acı verer, Sırgak. Sakın yer değiştireyim deme, Sırgak. İşte bu yalan dünyada tekrar kendi halkımla savaşmak üzereyim, Sırgak. Patırtı koparandan alacak öcüm var. Şimdi eski karargahımın izi yok Sırgak. Başköşe evim harabeye dönmüş, boyalı evim mahvolmuş, çiçekli bahçem hendek olmuş, çınarık kesilmiş, halkım darmadağın olmuş, duvarlarının tamamen yıkılmış, yurdum param parça olup bölünmüş, Sırgak.
İşte bu dostunun derdini dinle, Sırgak" dedi Almambet derdini anlatarak. Bunları dinleyen can dostu Er Sırgak'ın da gözleri doldu.
İkisi gayrete gelerek yola koyuldu. Boz tepeye gelirken Er Almambet yere mızrağını saplayarak Sırgak'a şöyle dedi.
"Çin'den yalnız başıma gece kaçıp çıktığımda, çok sayıda asker takibedip Kongurbay ansızın saldırdığında ağzımdaki altınla kaplı pipom buraya düşmüştü. Arkama bakmadan gitmişti. Atından inip bir baksana" dedi Almambet.
Atından inen Sırgak böyle düşündü: "Gündüz değil gece vakti, üstelik Almambet'in kaçtığına yıllar olmuş, Kongurbay yetişip gelip vurdu diye yalan söyleyişine bak."
Er Sırgak mızrağın ucunu yere batıra batıra otların arasından Almambet'in paslanmış altın piposunu buldu. Eline alıp gösterince Almambet hayran kaldı.
"O pipo benden sana hediye olsun, Sırgakçığım" dedi Almambet keyiflenerek.
Bahadır Almambet Er Sırgak'ı büyük çınarın altına yatırıp, "Gece boyunca burada bekle, ben Esen Han'ın sarayındaki Burulça'ya uğrayıp geleceğim" diye yola koyuldu.
Tan atmadan Almambet geri döndü, döndü ama, Esen Han'ın muhafızları gördü ki şaşarak döndü.
"Bahadır Sırgak, Burulça'yı görüp rahatladım, yolda bir şey olmasın diye giyimimi çıkarıp yatmadım. Bekleyeceğim diye ağlaya ağlaya kaldı kuşum," dedi Bahadır Alambet baltasını sıkı tutarak.
Çin hanı Esen Han'ın Kırgızları Pekin'e yaklaşıyor diye Kongurbay başta olmak üzere kırk hanı harekete geçirip peşinden takibettiğini sezen Almambet ile Sırgak Kara-su'nun boyunda akıl danıştı.
"Canımızı alıp kaçarak Manas'a düşman geliyor diye apışıp varmıyalım. Kakançin'in atlarını ele geçirip düşmanın önüne bırakıverelim. Düşman yetişip gelirse vur kaç savaşı yapalım" dedi Almambet.
Almambet Kaspa'nın boyundaki atların arasında dolaşıp beyaz davula vurup, bağırıp çağırarak atları ürküttü, at çobanlarını safdışı ederek atları yola sürdü. Çırpınan alta yüz ata yoldan hiç şaşmayan, karanlık gecede dahi izinden sapmayan Acıbay'ın atı Kartküröng kılavuzluk etti.
Takipçilerin önü iki günde ulaştı. İki yiğit birinci gün takipçilere kuşlara saldıran şahin gibi saldırıp onları darmadağın etti. Çin askerleri gittikçe çoğalıp onbinlerce asker ortalığı sis gibi kapladı. İki yiğit kah saldırıp, kah çekilip vurkaç savaşı yaptı. Bahadır Manas ile Er Çubak'ın yanına bir an önce ulaşalım diye gözleri dört oldu.
Çok olmak bir avantajdır. Kakançinin askerleri iki yiğide yedi kat sardılar. Almambet ile Sırgak atları yorulup, kuvvetleri tükeninceye kadar koşturdular. Çin'in nice kuvvetlerinin karşısına yalnız başlarına çıkıp mızrakları parça parça oldu. Sonunda iki arkadaş halsizlenip üzengiden ayakları kayıp birbirine vasiyetlerini söyleye dururken tepedeki kırdan bahadır Manas'ın kocaman karaltısı gözüktü.
Bu esnada rüzgarın uçurduğu çiğ gibi kalabalık asker bahadır Manas'ı hemen farketti. Haşmetli sevgili arslan tepede durup önüne baktı ki, dağın cenup yamacında Acıbay'ın Kartküröng'ü atların tamamını insan gibi önüne salıp sürüyordu. Dağ eteğindeki düzlükte Kakançin'in kalabalık askeri iki yiğidi sarmıştı. Bunu gören bahadır Manas ağzından alev çıkararak kara benekli kaplan gibi atılıp, altmış yiğide denk gelecek kadar heybetle Almambet ile Sırgak'ı kurtaracağım diye, dalgalanmakta olan düşman topuna doğru mızrakla saldırdı. Han Balta'nın oğlu Çubak kögala'ya benzeyen atına binip, gök kumaştan yapılan elbisesini giyip, tevekkülle bahadır Manas'a yoldaş olarak saldırıya geçti. Bahadırları gören Er Almambet ile Er Sırgak daha da cesaretlenerek "Manas" diye bağırarak ölümü hiç düşünmeden savaşa girdiler.
Manas'ın bindiği Aymanboz meydana çıktıktan sonra yorgun düşüp durdu zavallı! Bu esnada Acıbay'ın Kartküröng'ü gayipten yaratılmış heybetli bir hayvan idi.
Bahadır Manas'ın önüne bana binecek mi acaba diye gelip durdu.
"Acı ağabey yaşıyorken Kartküröng'ü nasıl bineceğime, beni bırakıp atlara kılavuzluk et" diyerek kamçısıyla tulparan sırtına dürtüp vurdu. Kartküröng hayvan olsa da, konuşmaya dili olmasa da, gözlerinden yaş aktıp darıldığını göstererek yelesini ve kuyruğunu göğe doğru kaldırdı, tırnağıyla yere vurup ayaklarını göğe kaldırarak sert bir şeklide silkindi. Kişnedikten sonra diğer atlara doğru koşara gitti.
Aymanboz adlı atı dinlenirken bahadır Manas kaynaşan Çinlilerin insan olduklarını düşünmeden, onlara hiç aldırmadan maceraya tekrar girdi. Arslan bahadır Manas, uzağı yakını ayırmadan ucu çelikten yapılan, havada uçtuğunda alev saçan oku, öldürücü yay ile kalabalık düşmana doğru fırlattı.
Askerler teker teker yere serilmeye başladı.
Dört erenin bir araya gelişlerinde yıkıp savurmaları derecesinde güç ve kuvvet birikti, kalabalık asker kayalık dağa vurulan dalga gibi dört erenin silahıyla tarumar edildi.
Yeryüzünü kan, göğü toz duman kapladı. Yiğitlerin başları yerde yuvarlanıyordu. Ayağı kırılan, atların inleyişiyle parçalanan insanların ah vahları yankılanıyordu. Alanda, dağ deresinde, çukurlarda, su kenarında cesetler açık alandaki taşlar gibi yatıyorlardı.
Telaşlanan Çin askerlerine kalabalık bir takviye ordu geldi. Şimdi karınca gibi kalabalıklaşan Çinliler dört yiğide doğru geliyorlar.
Kalabalık Çin askeri, yorulan dört bahadırı kuşatıp birbirinden ayırdı. Deminki savaştan uzak duran Kongurbay şimdi Manas'ın Aymanboz'unun yürüyemediğini, yorulduğunu görünce Manas'ı, canlı yakalayalım da bir eğlenelim diye bağırmaya başladı.
"Ey Manas, Manas derse kabarıyorsun. Yiğitliğin var, aklın yok, suya konulan tulum gibi köpürüyorsun! Yiğit isen, şimde gücünü bir göreyim;! Dedi Kongurbay algarasını canlı adımlarla yürüterek.
Bunu işiten bahadır Manas her cana bir ölüm vardır diye Aymanboz'un dizginini çekerek üstüste tepinip demreni ve ucu çelikten yapılan süslü sırlı mızrağını uzatarak "kaçma alçak herif" diye bağırıp çağırarak atıldı.
Bahadır Manas, Kongurbay'a yetişip mızrağı saplamak üzereyken Aymanboz gevşeyip kaldı, atı yürük olan domuz büyük nehirin dar olan yerinden atlatarak kaçtı. Aymanboz yürüyemedi. Bunu gören Çin askerleri, Manas'ı yakalamak için yağmur gibi ok atarak onun etrafını sardılar.
Bahadır Manas'ın başı zorda kalmıştı. Moğol eyerine omuzunu koyup bu dünyaya küsmüş gibi dağı takibedip kaçtı. Bahadır vadideki alaca karga gibi bastırıp gelmekte olan askerlere bakakaldı. Çinliler tepeyi on iki kat kuşattılar, ama ona yaklaşmaya cesaret edemediler.
Bahadır Manas'ı kurtarmak için üç yiğit aralıksız yirmi dört gün savaştılar, canlarına dahi acımadılar. Er Sırgak altmış yerden, Er Almambet otuz yerden, Er Çubak kırk yerden yaralandı.
Nihayet Er Almambet Sırgak'la kendi ordusuna haber gönderdi.
"Kurban olayım Sırgakçığım, Çinliler Er Manas'a felaket getirdi de!
Aymanboz yürüyemiyor de! Kırk çoraya söyle, yiğitler çabuk ulaşsın de!" Er Sırgak kah sağdan, kah soldan kamçı çalıp, sağa sola tepinip baltasının şakasına değdiğine bakmadan bir çare bularak kalabalıktan çıkıp arkasında kalan Kırgızlara haber vermek için gitti.
Şafak sökerken, etraf aydınlanırken dar bir yoldan yürüyüp, Ak-kula'yı yedeğe alan, Çin elbisesi giymiş, yetmiş kabilenin dilini bilen Acıbay askerleri kandırıp bahadır Manas'ın saklandığı dağa ulaştı.
Bahadır Manas, Acıbay'ın yiğitliğini görüp memnuniyetle bağırdı.
"Canım Acıbay, sönen ateşi tutuşturdun, ölen canı dirilttin, yoldaşlığını gösterdin. Ey geniş Talas, senin gibi yer var mı, acıbay senin gibi er var mı! Bu iyiliğinin karşılığını ölmezsem ödeyeceğim."
Bahadır Manas, Ak-kulanın perçemlerinden tutarak boynunu kokladı, "kanatım! Senden ayrılınca hasretini çektim" diye atını eyerleyip düşmana saldırdı. Bu sırada arkada kalan on iki hanlı Kırgızların ordusunun geldiği davulu vuruldu.
Komutan Er Bakay gök sancağı tutarak çoralara çevirdi.
"Yarenlerim, başımız terkilerde, kanımız kaplardadır. Atalarımızın ruhu aramızdadır, biz onlarla beraberiz. Altın sandıkta saklasan da insan bir gün ölür. Yiğidin canı eyerin yanındadır. Sancağın altına toplanarak yürüyün. Tanrı korusun, ileri, erenler!"
İhtiyar Bakay sancağı tutarak ileri yürüdü.
Büyük gaza böylece başladı.
İki ordunun yiğitleri geceli gündüzlü soluk almadan, canlarını esirgemeden savaştılar. Yer alt üst oldu, göğü duman kapladı. Kanlar nehir gibi aktı, korkunç bir katliam gerçekleşti.
Korgurbay'ın askerleri fazla karşılık göstermeyip, Kırgızların saldırısına dayanamadan Pekin'e doğru kaçtılar. Kongurbay dağılan yiğitlerini engelleyemediği için sıkıldı.
Kırgızlar kaçan düşmanın ardından kovaladılar. Gök toz duman oldu, insanlar ne yapacaklarını şaşırdılar, etraf kana boyandı, nice tulpar at öldü. Cesetler dağ gibi yığıldı.
Bir anda Çinlilerin yiğidi Kongurbay, kin beslediği bahadır Manas'ın önünü kesmeye yeltendi. Fakat heybetli, gök yeleli kurda karşı gelemeden, haykırıp mızrak sallayamadan, en ufak bir karşılık göstermeden şaşırıp durakaldı.
Alçak herifi gören bahadır Manas bakıp durur muydu? Ak-kula'yı kamçılayıp süslü mızrağını uzatarak onu kovaladı.
Kongurbay'ın Algarıs'ı yan tarafında kanadı olan çok değişik bir hayvandı. Karaca gibi uçarcasına koşup uzaklaşıyordu. Manas'ın Ak-kulası çok iyi yetiştirilmişti, göğsünü kaldırarak koşarken yele ve kuyrukları yayılıyordu, Kongurbay'ın peşini bırakmadan kovalıyordu. Birbiriyle çekişen yiğitler dağ sırtlarını, yamaçlarını aştılar. Manas'ın Ak-kulası ok gibi hızla koşup perçemlerini göğe atıyordu, ağzındaki gemi takırdatıp, ince çubuk gibi kuyruğunu kalçasına vuruyordu, tabanıyla takırtı çıkarıyordu, ağzını genişçe açmıştı, kan karışmış beyaz köpükleri göğsüne saçılıyordu, başını yere doğru eğerek koşuyordu, at şimdi epey kızışıp kalmıştı.
Alevke'nin oğlu Kongurbay haykırıp mızrak sallayamadan, canından umudunu keserek hiçbir şeye bakmadan Esen Han'ın kapısına ulaşayım diye iki gözü dört olmuş ölesiye kaçıyordu.
Büyük kumsala gelirken, bahadır Manas Ak-kulası ile yetişip gelip Korgurbay'ın ciğerini hedef alarak mızrak vurdu. O da çevik yiğit idi, kendini mızraktan kaçırıp keskin kılıcıyla bahadırın mızrağını kesti. Kuvvette yarışan bahadır Manas Er Kongurbay'ı kovalaya kovalaya Çet-Beecin'in kapısına kadar takibetti. Düşmanın hilesini bilen Almambet onu görünce Saralaya kamçı çalarak kahraman Manas'ın peşinden geliyordu.
"Arslanım atının başını geri çevri! Kapıdan girme! Kazılmış hendek var! Geri çekil bahadır!" Almambet ok gibi hızla gelerek Ak-kulanın dizgininden tuttu ve bileğine sararak çekti.
"Hey, Almambet, bırak beni! Yolumu kesme! Öldüreyim o kan içiciyi!" dedi Manas inatla ileri atılmaya çalışarak.
"Bahadır, her seferde sözümü dinlemeyerek beni üzüyorsun! Kongurbay yalandan kaçıyormuş gibi yapıyor. Kapının öteki tarafında, kalenin içinde tetikte duran pehlivanların kazdığı hendek var" Er Almambet kızan bahadırı sakinleştirdi.
Çin askerlerinin atlıları kaçtılar, kalanları ele geçirilip kanlarının aktığı derin çukura gömüldüler.
Almambet onbaşı ellibaşı, yüzbaşı ve binbaşını çağırıp askerleri deftere kaydettirdi. Askerlerin hesabını alınca gördük ki, sağ kalanların yanında yaralanan pek çok insan vardı. Birçok yiğidin akibeti meçhuldü, ölenler bunlardan daha çoktu. Bugün gördüğün yarın yok, dünya işte böyledir. Bahadırların hepsini yoklayıp baktı ki, Eleman'ın oğlu Er Töştük, tanınmış bahadır Çubak yoktu. Buna karşılık vuruş itişte iki arslanı kimse görmemişti.
"Lanetli dünya! Akbalta'nın oğlu Çubak kanadım idi! Önümde yürüdüğünde uğur getirirdi, savaşta kalabalık askere bedel idi! Bana yardım eden iki arslanımdan ayrılırsam ne yaparım ben?" Bahadır Manas şiir söyleyerek gözyaşı döktü.
Yorgun düşen yiğitler tulparının eğerini ve teğeltisini çıkardıktan sonra atlarını bir yere bağlayıp elbiselerini çıkarmadan Moğol eyerine yaslanarak kuş uykusuyla tan attırdılar.
Şafak sökerken Çin ordusunun kaçtığı taraftan büyük bir ordu göründü. Yaklaştığı zaman baktılar ki, cesur gök yeleli kurt Çubak, Mançuların hanı Neskara başta olmak üzere kırkbeyi bağlayıp getiriyordu.
Sevinç gözyaşları döken bahadır Manas: "Ah, canım Çubağım" diye bağırıp karşısına çıktı.
"Hanım Manas! Bu Mançu hanının başını ganimet alıp sana hediye getirdim" Çubak ele geçirdiği yiğitleri mızrakla nişan alarak bahadır Manas'ın ayağında dolaştırdı.
Bahadır Manas Mançu hanının başını kesmek için kılıcını kınından çekti.
Mançu Hanı Neskara sözde usta idi, han Manas'ın önünde şöyle konuştu:
"Yüce mevkili Han Manas! Baş kesmek var, dil kesmek yoktur. Hanın sözünü han dinler. Bahadır, beni öldürürsen sana hiçbir faydası yoktur"
Öldürmezsen amirim sensin, canımı hiç esirgemeden yap dediğini yaparım, hizmetini ederim, gökteki ayı sana getireyim! Köle dersen kölen olayım! Beni öldürme han Manas! Haber ver Hanım! Esen Han'ın güzeli Burulça'yı sana hediye edeyim! Aycangcung'un kızı güzel Birmıskal'ı hediye edeyim!" dedi Neskara şeytan gibi yalvararak.
Kılıcını kınına sokmadan kan içmeye hazırlanan bahadır Manas'ı Er Almambet durdurdu.
"Bahadır, bağışla! Mançu hanı da, bahadırı da, bilgici de Neskara'dır! Buna öldürmede bir fayda yok. Beni dinle. Neskara ile diğer kırk beyini orduda tutalım. Bir beyi ile Acıbay'ı hanına gönderelim. Neskara'nın sözünde samimi olup olmadığını anlayalım. Pekin'i verirse seni han yapalım! Eğer bunu kabul etmezse, Neskara'yı beyleri ile birlikte öldürelim. Pekin'le tekrar savaşalım!" dedi Almambet.
Kırgızların on iki hanı, beyleri, komutanları, ileri gelenleri bir araya toplanarak kurutlay yaptılar. Bu sırada kaybolan Eleman'ın oğlu Er Töştük Çinlilerin bin pehlivanını, sekiz yük kırk tulparını ganimet almış olduğu halde getirdi. Kırgızlar dokuz oğlun en küçüğü Er Töştük'ü yeraltından yeryüzüne bugün çıkmış gibi karşıladılar.
Elçilik için kimse çıkmazken kötü niyetli altı hanın biri olan Eşteklerin Camgırcısı şöyle dedi:
"Kakançin'e kopanları birbiriyle birleştiren, dağılanları bir araya getiren ihtiyar Bakay varsın!"
Han Manas mızrak saçılmış gibi yerinden silkinip durarak:
"Hey, Camgırcı ne diyorsun? Bakay amcam varırsa onu kafese koymazlar mı, onunla Neskara'yı istemezler mi! Halkım azap çekmez mi! Bu lafını köpekler duysun!
Gökteki kara bulutların gölgesi altı han taraftan başlayıp bastırdı.
Güneş ışığı bahadır Manas'ın üzerine düşüp durdu.
Karanlıktan ışık bulan gafletli yerden söz bulan Argın hanının oğlu Acıbay ok işlemez elbiseyi giyip, kartküröng'e binip, iki tığlı taş kesen hançerini kuşanarak Esen Han'a elçi olarak gitti.
Can yoldaşı olarak eksikliklarini gideren, yalnız iken çoğaltan, fakir iken zenginleşen, bir araya gelen halkın reisi Eybit Han'ın oğlu Ürbü onunla birlikte gitti. Acıbay ile Ürbü elçiliğe gittiler.
Yetmiş kabilenin dilini bilen Acıbay yeryüzünün dört bir köşesini dolaşmışsa da Pekin gibi bir şehiri görmemişti. Esen Han, Pekin'i halkına zorla yarısını tuğlu, yarısını taştan yaptırtmıştı. Gece de mumu yanan ihtişamlı kuleleri çok idi. Dar kapının dört tarafında bekleyen muhafızlar Kırgızların elçilerini hanın hizmetçilerine teslim ettiler. Hizmetçiler elçileri altın kapıdan rahiplerin eline ulaştırdı.
Rahipler sırıtarak yere kadar eğilip somurtan Kırgızları Esen Han'a götürdü. Tatlı sözlü hazırcevap Acıbay Çince hiç çekinmeden açıkça, sert bir şekilde konuştu.
"Ulu Tanrının himayes ettiği Kırgızların, adı kutsal bahadır Manas'ın elçisiyiz. Han Manas Kakançin hanı Esen Han'dan şunu istemektedir: İyilikle Pekin'in hanlığını kendi iradesiyle versin diyor.
Hanlığı vermezse, şartı kabul etmezse şehire gireceğim, o zaman halkı zarar görür, tutuşacağım derse Çet-Beecin'in civarındaki ıssız yere gelsin diyor. Göreceğini orda görsün diyor!" Kongurbay inatla elçileri keseceğim, derilerini yüzeceğim diye atılmıştı. Onu Esen Han durdurdu.
"Elçi turna kuşu gibidir. Ülkeler arasında serbestçe öter. Ona yol açıktır. Atılan ok taştan dönmez, elçi, hanın sözüne karışmaz" dedi Esen Han hikmetli sözler söyleyerek "Bu silahsız elçileri kadınlar bile öldürebilirler, bu şekilde öldürürsen, öcünü almış olmazsın. Düşmanı akıl ve tedbirle yenmek yiğit işidir."
Esen Han böyle söylerken Er Kongurbay kahrolarak bağırdı.
"Yiğit sanıyordum seni Esen Han, Kırgızların gölgesini görüp titriyorsun. Kırgızlara itaat edemem. Tahtımı hediye veremem, eski Pekin'e gideyim, Karahan'a ulaşayım." Küsen Er Kongurbay Çet-Beecin'i bırakıp, göğün altındaki kırk hanın büyüğü Karahan'' doğru kaçtı.
Esen Han danışmanları, komutanları, hanları, rahipleriyle toplantı yaptı. Esen Han saray kızı Burulça, Aycangcung'un kızı Birmıskal başta olmak üzere Han sarayından ay yüzlü, ince belli, küçücük ağızlı, cadı gözlü, horoz boyunlu, düğme saçlı, saçbağı takan nazlı bin güzeli seçip, kırmızı ipek elbise giydirip, yelmeyen attan bindirip, develere altın yükletip Çet-Beecin'i kuşatan Kırgızların hanı bahadır Manas'a hediye gönderdi.
Esen Han Çet-Beecin'in civarındaki, ıssız yerin tepesindeki altın destekli dört akıtmalı gök çadırdaki han Manas'a gelerek atından inip yere kadar eğilip şöyle konuştu:
"Dünyaca meşhur, itibarlı han Manas! Dünyayı titreten ulu efendim, senin atlı kahraman yiğitlerine askerlerim itaat etmiştir. Bahadırlığın karşısında diz çöküyorum. Bayrağım yıkıldı. Bin güzel kız sana hediye. Altımdaki altın taht hediye. Pekin'e han yapalım seni. Neskara gibi yiğidini öldürme. Dediğini yapayım, hizmetini edeyim, anlaşalım, bahadır."
Kırgızların ileri gelenleri yarım gün oturup birbirlerine akıl danıştılar.
Manas Han'ın altın süslü davulu vuruldu.
Iraman'ın Irçı oğlu halk arasında dolaşıp duyuru yaptı.
"Ulu Manas'ın yarlığını dinleyin, millet! Kakançin hanı itaat etmişti. Çet-Beecin'in âsil hanı Manas oldu, millet. Bin güzel kıza bir yiğit çıksın halkım! Kakançin'i yendik diye taşkınlık etmeyin millet, sarhoş olup kendinizi kaybetmeyin halkım" dedi Irçı oğul çalarak.
Dalgalanan asker çırpınarak: "Yaşa Manas! Var ol, Manas" diye dua ettiler.
Çet-Beecin'e Kırgız askerleri saf olup dizilerek ortadan yol açıp Bahadır Manas'ı kırk yıl suya bandırsa bile rengi bozulmayan, kırk yıl selde aksa da hiçbir şey olmayan beyaz halıya oturtup han Esen Han başta olmak üzere hepsi kaldırıp halkın içinde yedi defa dolaştırdılar.
Çin ilinin halkı, Han Manas'a eğilip tazim eyledi. Göğün oğlu denen Esen Han padişahlık mühürünü altınla işlenmiş kağıdın üç yerine basıp altın tahttan indi, Han sarayında hiçbir haraketti bulunmayacağım diye yemin etti.
Her ülkeden, halktan gelen şık giyinmiş elçiler yerlere kadar eğilip:
"Gök ile yerin desteği, Ay ile Güneşin ışığı, ulu Tanrının kutu padişahımız Manas'a kulluk ederiz" diye tazim eyleyerek kıymetli hediyelerini sunup saygı gösterdiler.
Bahadır Manas Kakançin padişahının adab ve erkanlarını koruyarak bayrak çekti, gün geçtikçe yerine ısınıp, ziyafet kaidelerine da alışmaya başladı.
Bahadır Manas Çet-Beecin'e han olmasının altmışıncı günü düğün şöleni düzenledi. Er Almambet saray güzeli Burulça'yı, Er Çubak, Aycangcung'un kızı Birmıskal'ı aldı.
Han Manas Çet-Beecin'de ilk olarak altın kağıda mühürünü basıp yarlık çıkardı.
"Kakançin'in itaatkâr halkına kamçı kaldıranın, kadın ve çoluk çocuklarına dokunanın, malını mülkünü yağmalayanın, haksız kazanç elde edenin cezası ölümdür" Yarlık büyük ordunun önünde okundu.
Yarlığa aldırmadan altın ile mal mülk kapanlar vardı. Almambet herkesin önünde onların başlarını kestirdi. Ondan sonra askerler korktu ve bozukluklar azaldı.
Manas'ın bütün halka han olmasını bahadırın kötü düşünceli akrabaları ile kötü niyetli bazı ileri gelenler bağenmediler.
"Böyle ihtişamlı saraylar, altın tahtı görmeyen, böyle tatlı sözleri, dans ve şarkıları işitmeyen safdil Manas Kakançin'i karıştırır.
"Kadına düşkün bu şeştan yatakta ölecek."
"Namusunu geri almak için geri almak için Çin bunu bitirir. Tuzağına düştü, artık kurtulamaz."
"Hayır, bahadır" dedi Almambet "ben han tahtına oturmak isteseydim gençliğimde Çet-Beecin'de kalacaktım. Pekin tahtına sen otur. Dostunun hürmetini gör. Ben Talastan çıkarken Kırgız ordusuna gâzâ için han olmuştun. Ordu benim üzerimde. Başka halkları ve bütün bölgedeki orduyu yöneteyim, onlarla uğraşayım. Çoralar elbiselerini çıkarmadan geceli gündüzlü tetikte dursunlar."
Bahadır, Er Almambet'in sözüne kanaat getirdi.
Manas'ın Han sarayını akıllı Acıbay yönetti. Büyük orduyu Almambet idare etti. Gece gündüz uzaklarda bulundu. Han sarayının aşçısı olarak, elli yıldır Kakançin hanına yemek hazırlayan, Türkçeyi iyi konuşan Şuykuçu rahip kaldı.
Er Koşoy, Er Bakay ve Kırgızların büyükleri danışarak "Manas Pekin'e han oldu, altın tahta oturdu" diye Ala-Dağ ve Talas'taki Kırgızlara haber vermek için büyük kalpak giyen Er Şuutu'yu müjde vermeye gönderdiler.
Manas'ı burada bırakalım,
Şimdi söze deminki
Kongurbay'dan başlıyalım.
Gaddar Kongurbay Göğün oğlu büyük han Karahan'ın yanına telaşla geldi.
"Göğün oğlu, merhametli Han efendim, Çin halkının başı dertte. Tarihinde hiç silinmez kara leke kaldı. Kırgızlar Çet-Beecin'i itaatı altına alıp hanlığı ele geçirdiler. Büyük bir ordu ver efendim, tekrar savaşacağım."
Çin hanı Karahan acele etmeden zili çalarak rahibine kutsal kitabı getirtip belirli yeri okuttu.
"Kırgızların bahadırı Manas Çet-Beecin'i altı ay yönetecektir. Ondan sonra ruhu öbür dünyayı bulacaktır" diye okudu rahip.
"Bahadır Kongurbay, düşmanın eline geçmiştir. Onu sen öldüreceksin. Demirci ustaları çağırıp sapı altından olan, yüzüne zehir kaplanan balta yaptır. Ejderhanın zehirine altı yedi defa batır. Değdiği zaman gebertir Kırgızı" dedi Karahan.
"Peki, yüce efendim" dedi Kongurbay yere kadar eğilerek.
Balta beş ayda yapıldı.
Er Kongurbay geceleyin ateş gibi yanan keskin tığlı baltasına gece gündüz bakıp, Manas'ı keseceği günü düşünerek huzur buluyordu.
Bahadır Manas'ın daima yazında yayla seçmeye çıkan, göçte kılavuzluk eden, yedi yerin tepesini çukurunu yolun sağı solunu iyi bilen Şuutusu gündüz at koşturup, gece at üzerinde uyuyup, uçan kuşlarla yarışıp, tulparın tuynağını yordurup, gözlerini kapamadan yedi gün yedi gece yol yürüyüp Talas'taki halkın anası Kanıkey'in karargahına ulaştı. Bahadır Manas'ın yokluğunu farkettirmeden erkek gibi kopanları birbirine birleştirip, dağılanı bir araya toplaya durmuştu Kanıkey.
"Han Anamız Kanıkey! Han Manas'ın haberini dinle! Hediyeni bol hazırla! Kırgızın dileği gerçekleşti! Han Manas Kakançin ve Kalmukları yendi. Bayrağını Büyük Pekin'e dikti. Manas Pekin tahtına altın taç giyip han olarak oturdu. Dinleyiniz, millet! Dinleyiniz!" Şuutu at üzerinde bağırarak haber verdi.
Güzelllerin güzeli, kadınların kadını Kanıkey Hatun eskisi gibi şıktı, O Şuutun'nun eline altın sebike verip, ona ak sarı başlı koyun kestirdi. İyi habere sevinin halkı için de Tanrıya dua etti.
Er Şuutu'yu ayrıca çağırıp, askerlerin durumunu, Çin'de gördüğü ve geçirdiğini, bahadır Manas'ın durumunu sordu, sabırsızlandı.