KORKMA İBRET AL ŞÜKÜR ET!!
GÖKTEN YERE İNEN "CENNET" IRMAKLARI
"Şol Cennetin ırmakları, "
Akar Allah deyu deyu!"
Yunus Emre
Büyük devlet kuran Türklerde mitoloji, eski inceliklerini kaybetmiş ve kutsal ırmaklar hakkındaki inançlar da, ancak birer belirti gibi kalmışlardı. Fakat türkçe konuşan Sibirya halklarında ise, durum böyle değildi. Onlar eski mitolojileri ile yaşamışlar ve dış tesirlerle de çok az ilgileri olmuştu. Bunun için, eski inanışların ve en önemsiz taraflarını bile, kaybetmemişlerdi. Uçsuz ve bucaksız ormanlar içinde yaşayan ve kendi dünyalarından başka bir yeri tanımayan bu kavimler, dünyayı kendi dağlarından, ormanlarından ibaret görmüşler ve kendi dünyalarını da buna göre kurmuşlardı. Elbette ki bu inançlar, kendileri tarafından yeni uydurulmuş şeyler değillerdir. Bu inanışlar, yüzyıllardan beri, akrabalık v.s. gibi bağlarla bağlı oldukları, Altay ve Ortaasya kültür çevreleri içinde gelişmiş an'anelerdir. Önce, birbirleri ile aynı ve benzer olan bu inanışlar, zamanla dış tesirler ile güneyde kaybolmuş, fakat kuzeyde devam edegelmişlerdi. Yakut Türkleri, herhangi bir sebepten dolayı, yine bilemediğimiz bir çağda, Sibirya'nın ta kuzeylerine kadar göç etmişlerdi. Fakat onların gözleri ve gönülleri eski yurtlarından hiç ayrılmamış ve eski günlerini, her zaman anar olmuşlardı. Onlara göre, "Güneşli, yeşillik ve meyvalarla dolu bahçeler, hep güneyde idiler. Esasen bunlar, cennet-ten başka bir şey de olamazlardı". Bunun için de Yakut mitolojisindeki Cennet, güneyde idi.
Yenisey kıyılarında oturanlar ise, "Dünyanın bütün düzeninin, bu ırmağa göre düzenlemiş olduğuna inanırlardı. Onlara göre dünya, güneyden kuzeye doğru uzanıyor ve dünyanın diğer bölgeleri de Yenisey nehirlerine paralel olarak sıralanıyordu. Bunun sonucu olarak da dünya, başlıca iki önemli yön arasında kurulmuş oluyordu. Güney ve kuzey olan bu iki önemli yön arasında en kutsal sayılanı da, güney tarafı idi. Çünkü güney, göğün bulunduğu yerin bir sembolü idi. Yenisey ırmağı da, kaynaklarını gökteki Cennetten alarak yere iniyor ve kendi memleketleri içinde akarak, dünyanın sonu sayılan Kuzey buz denizinde sona eriyordu". Dünyanın bir tarafının gök ve diğer tarafının da yer olması ile ilgili bir inancı Türkler arasında göremiyoruz. Bu düşünce düzenine göre, yeryüzü, "Yukarıdan aşağıya doğru" (Vertical) sıralanmıştır. Türklerde ise, "İnsanların yaşadıkları dünya ayrı ve gök ise, ayrı birer gök olarak düşünülmüştü". Türkler yeryüzünü, daha çok, ufkî (Horizontal) bir düzen içinde tasavvur etmişlerdi. Çin düşüncesine göre de dünyanın güney yönü Tanrıların bulunduğu gök tarafı idi. Fakat Yenisey bölgesindeki kavimlerde, böyle bir Çin düşüncesi düzeninin tesirlerini aramak, beyhude olur kanaatındayız. Yakut Türklerinin bu konu ile ilgili düşüncelerini anlatırken, güneydeki sıcak ve güzel ülkelerin onlar için, dünyada bile bir cennet örneği olduklarını söylemiştik. Ayrıca Yenisey Türkleri, ırmağın kaynaklarını aldığı dağlara Gök-dağı adını veriyorlar ve bu yolla kaynak bölgesini kutsallaştırıyorlardı. "Irmağın esas kaynağını göğün 7. katından aldığını" da söyleyerek, bu dağları büsbütün mitolojinin içine sokuyorlardı. Sıcak ve mutedil bölgelerde yaşayan Türklerde ise durum bambaşka idi. Türkler, "Yüzlerini güneşe ve doğuya" dönmek sureti ile yönlerini belirtirler ve doğuya ön, batıya ise arka derlerdi. Sibirya Türklerinde ise, "yüz güneye" çevrilirdi. Bu yolla Güneye ön ve batıya da arka denir. Yakut Türkleri ise, Lena ırmağına önem vermişlerdi. Onlara göre, "Lena, dünyanın ortasında geçen bir Dünya ırmağı" idi. Yenisey Türklerinin, kendi suları hakkında düşündükleri şeylerin hemen hemen hepsi, Yakut Türklerinde de vardı.
"Yedi bölge, Yedi derya ve Yedi deniz":
Yunus Emre'de "Yedi deniz, yetmiş derya"dan söz açar. "Yedi iklim", yani 7 toprak parçası gibi, yedi de deniz, yani su parçası vardı. Dünyadaki ırmakların sayısı çoktur. Türk Halk ve Tasavvuf edebiyatında bunların sayıları değişir. Yunus'a göre, Cennetin ortasındaki gölden dört yöne, dört ırmak çıkardı. Yukarıda da söylediğimiz gibi, Budist mitolojisinde de böyle düşünülüyordu. Yine Yunus Emre Cenneteki dört ırmak için şöyle diyor:
"Bir göl idim, kıldı erenler nazar,
"Deniz oldum, dört yana ırmak ile".
Yunus "Yetmiş derya", yani ırmaktan söz açarken, en eski Bektaşî şairlerinden biri olan Abdal Musa da, "Yedi derya bizim keşkülümüzde" der. Şüphesiz ki Abdal Musa, Yunus gibi çok derin ve bilgili bir kimse değil idi. Nitekim XV. yüzyılda yaşamış olan Germiyanlı Ahmed Dâi de, Ceng-nâme'sinde "Yedi derya'dan söz açıyor. Şair yerden toz bulutlarının yükselerek Yedi derya'ya saçıldığını söylüyor. Öyle anlaşılıyor ki, burada derya sözü, daha ziyade deniz anlamına kullanılmıştır:
"Göğe tozdan bulut yerden ağırdı,
"Yedi deryaya hep toprak yağardı!"
Yunus, derya ile denizi birbirinden açık olarak ayırmıştır:
"Kimi Tapduk, kimiYunus,
"Her biri derya, deniz!
6. KUTSAL "IRMAK HANLARI" VE TANRILARI
İran kaynakları ise, İrtiş nehrinin Türklerin bir Tanrısı olduğunu söylerler. Aslında ise bu, İranlılara tamamı ile yanlış geçmiş bir haberdir. Kutsal ırmakların, tek ve yüce Tanrının yerine geçmiş olması, pek muhtemel değildir. İrtiş nehri, Türk ve Kilem mitolojisindeki, kutsal şeylerin bir kısmından başka bir şey değildi. Bilindiği üzere Kem ve Yenisey ırmakları, Kırgız Türklerinin en eski yurtları idiler. Göktürk yazıları ile yazılmış olan yazıtlara, diğer yerlere nazaran daha çok ve daha sık rastladığımız bu bölge, Türklüğün meydana geldiği ve geliştiği en önemli bir saha idi. Kem nehri havzasındaki kültür ve inanışlar, en eski ve bozulmamış Türk an'aneleri arasında, önemli bir yer tutarlar. Bu bölgedeki Kırgızlara göre, "Kırgız-Han adlı efsanevi ve Kutsal bir Han, Kem ve Yenisey ırmaklarının zengin ve kudretli bir hanı idi". Öyle anlaşılıyor ki, Kırgızların yayıldıkları ve asırlarca yaşadıkları bu nehir vadisi, onların bir ana vatanı olarak, toplumların kalplerinde yer almış ve bu hisler, mitolojide de kendilerini göstermişlerdi. Kırgızlar, kendi nehirlerinin Hanlığını, başka bir adla adlandırılan, kutsal bir Tanrıya ve ruha vermemişlerdi. Kendi kutsal nehirlerini, yine "Kırgız-Han" adlı bir Tanrının idaresinde görmüşlerdi. Kem ve Yenisey nehirlerinin yakınlarında uzanan büyük Abakan bozkırları, ile Türklüğün kuzey sınırları olmaları, bakımından, çok önemli bölgelerdir. Bu Bozkırların adını, Göktüklerin menşe efsanelerinde de bulabiliyoruz. Bu bakımdan bizimle olan ilgileri açıktır. Bu bölge halklarına göre, "Abakan-Han adlı bir Han varmış ve bu Han'ı otağı da, Abakan nehrinin kaynağında imiş". Abakan ırmağının birçok kaynakları vardır. Fakat bu efsanede önemle anılan kaynak, bugünkü Teles gölünün batısında bulunuyordu. Bu efsaneye göre Abakan Han, ırmağın kenarında oturur ve ırmak ile beraber, onun bütün havzasını hükmederdi. Yine Kırgızlara göre, "Abakan-Han, aynı zamanda bir yağmur Tanrısı idi. İnsanlara yağmur gönderen bir Tanrı olması sebebi ile, kurak mevsimlerde kıra çıkılır ve ona dua edilerek, kurban kesilirdi". Bu efsaneden de açık olarak görülüyor ki, zaman zaman "Su ve ırmak Tanrıları" ile "Yağmur Tanrıları" birleştiriliyor ve su ile ilgili her şeye hükmeden Tanrılar meydana getiriliyordu. Bu Tanrıların, Göktürk yazıtlarında geçen Yer-Su ruhlarından başka şey olmadıkları açık olarak anlaşılmaktadır.
Su ve ırmak Tanrılarını Altay panteonunda da görebiliyoruz. Altay Şamanizminde, Talay ve Yayık-Han adlı iki Tanrı vardı ki, bu her ikisi de sularla ilgili Tanrılardı. Tabiî olarak bu küçük Tanrılar, Büyük Tanrı Bay Ülgen'in maiyetinde bulunur ve ona yardım ederlerdi: Talay-Han, (adından anlaşılacağı üzere), bir deniz veya okyanus Hanı idi. Bu Tanrı, kudretli yer Tanrıları arasında dördücü sırayı alırdı. Yayık-Han ise, (yine adından anlaşılacağı üzere), taşan ve kabaran suların Tanrısı idi. Onun evi. 17 denizin birleştiği bir yerde bulunurdu. Yer yüzündeki bütün suların hakimi Yayık-Han idi. Bilindiği üzere Türkler Ural ırmağına da, Yayık derlerdi. Öyle anlaşılıyor ki Talay-Han, Altay Tanrılar panteonuna dışarından gelmiş, yabancı bir Tanrı idi. Türklerin gerçek ve en eski "Irmak Tınrısı"nın, Yayık olması çok daha muhtemeldi. Türklerin taşan sular ve sellerle ilgili inanışlarını ayrı bölümlerimizde incelemiştik.
Türk mitolojisinde, "Irmak kenarındaki dağlar da kutsal idiler". Uygurların menşe efsanesindeki kutsal ışık, iki nehrin birleştiği yerdeki bir dağ üzerine düşmüştü. Altay Türklerinin inanışlarında da, bunu görüyoruz. Meselâ Es ırmağının kenarındaki Sakçak dağı ile, Mıras suyu kıyısındaki kara-dağ'lar, böyle kutsal dağlar arasında önemli bir yer tutarlardı. Gelinler, bu dağlara "Kayın babamız" derlerdi.
"Hindistan ile İran'da, kutsal ırmak inançları ve Türkler":
Kaynağını gökten ve cenneten alan ırmakların başında Gani nehri gelir. Bu inanış, Hint mitolojisinin en önemli konularından birini teşkil eder. Hint mitolojisine göre, "Marvo adlı bir gök gölünün ortasında, Zambu adlı bir hayat ağacı yükseliyor ve bu gölden de dört ırmak çıkarak göğün dört yönüne akıyordu. Bu ırmaklar, gökte yedi kıvrım yaptıktan sonra yere iniyorlardı. Her ırmağın 500 kolu vardı. (Bazı söylentilere göre ise) bu dört ırmak, Gök dağından şelale şeklinde yere düşerlerdi".
Bilindiği üzere Kalmuk Moğolları, Budizm ile Hint mitolojisinin çok derin tesirleri altında kalmışlardı. Zaman, zaman bunlarda, Çin mitolojisinin tesirleri de görülmüyor değildi. İşte Çin ve Hint motiflerinin birleştiği bir kalmuk inanışına göre, "Gökteki bir dağ üzerinden, dört tane ırmak çıkarmış. Bu ırmakların çıktıkları her kaya ise, bir hayvan şeklini andırırmış. Bu kayalardan, doğuda bulunan file, güneydeki öküze, batıdaki ata ve bir diğeri de arslana benzermiş". Eski Önasyada da, dört yana akan, dört nehirden söz açılırdı. Hıristiyanlara göre, "Cennetteki dört nehir, (tıpkı Hint mitolojisinde olduğu gibi) kaynaklarını Hayat Ağacından alırlardı. "Bütün bunlar bize gösteriyor ki, insanlığın da birleştiği bazı müşterek fikir ve inanışlar vardı. Hint-Türk karışımı eski bir efsaneyi de özetlemeden geçemeyeceğiz:
"Başlangıçta her taraf, bir su ile kaplıydı,
"Bu suyun ortasına, sanki bir dağ saplıydı.
"Bu dağdaki mabette, otuz üç Tanrı vardı.
"Tanrılardan birisi, yaratıp, yeri aldı.
"Ayrıca da bir erkek, bir de kadın idiler,
"İnsanı doğurdular, torunlar edindiler".